Hatırımda

Bir gece seni, sen gibi sevmek...
Seni sınırın dışından, içimdeymiş gibi izlemek...
Bir bardak suyu nefes almadan, bir dikişte içmek...
Süresi kadar bir an seni düşünmek, seni istemek, geri dönmek...
Sürelere bölmek her nefes alış verişini,
Her aldığın nefeste aklına kaçmak,
Her verdiğin nefesin saçlarımda gezmesi,
Kaybolup giden günün mavisi, yerine gelen geçenin delikli karanlığı,
O karanlıkta beni gene de bulman,
Yattığımız yerden gökte gördüğümüz en uzak ışığa kadar konuşmak,
Kısaca, bırakıp gittiğin birine özlem duymak ve yapacak hiç bir şeyinin olmaması...

Tasnif Dışı Al Elma

Kendine gelmeyi bilmeyen bir dürtü,
Sürükler etekleri zil çalarak seni derin bir ormana.
Basma kalıp alınganlıklarla duvar olur kalırsın ama,
Ne o güzelim sayfalara yazdıkların unutulur, ne de kurguladığın o taç yapraklı, bol korkaklı evren...

Çok oldu mu acını yitireli,
Yol oldu mu senden alınanlar için yüreğinde beslediğin nefret ?
Kim derdi ki yerden kalkacaksın ve indiremeyecek seni bir kuvvet,
Güçleneceksin bir tek ağacın kırılan dalından.

Saklı çoklu yoksul şehir bir bir inleyecek çocuk etine değdikçe şiddetin,
Ölü her çocuktan toprağa bir tohum kalacak ki o ne filiz verir, o ne kök salar!
Kökler gök olur da boğulursun her aldığın nefeste,
O nefes ki, seni yaşatmaz ellerine bulaştıysa bir masumun şaşkın kanı...

Kimi kime sorarsın, kimi kimde ararsın, kimi kimlerden tutarsın ey yokluğunda ilahlaşan?
Cür'eti senden büyük olan bir usta, sana da hükmeder bir gün elbet, susar mısın hala?
Kadim midir ki bu toprağın ötesi berisi, kıdem midir ki beni bir yukarı bir aşağı sallayan?
Ruhum mudur içimi acıtan, yoksa bir dirhem su mudur şu gözlerden ışığa doğru coşan...

Sen sus gene, iyisi mi sus yüzüme,
Ne yanıtlansın hesaplar, ne sorulsun davalar, kül bulutunda bir can bile ses çıkaramasın.
Korka korka yaşanan hayatlar boşlukla yatışsın, birer elma verilsin herkesin eline,
Aklın sırrı sır olsun, yenmesin hiç o elma diye...


Eksik Yazım

Şairin ellerinden döküldü ince bir zevk hikayesi,
Durgun bir suya bırakılsaydı kağıttan kalbi, belki gitmesi için melekler şans üflerdi,
Hilesinden daha şeffaf bir bedende hayata mecbur bir sevgili,
Koltuğundan daha da derine gömülmüş bin akrebin iğnesi etine batmaktayken,
Zehri hayattan soluyor olmak onu masumca gülümsetti.
Bir korkusu yoktu, bir koşulu ya da bir efendisi.
Nabzını sayardı kaleminin her hareketi ve kan kalpten çok onu dinlerdi.
Köpeğin ıslak kokusunu almış bir kedi gibi irkildi.
Aklına gene ölümüne yazmak geldi.
Sevimsiz bulduğu elleri, okunmasına izin vermediği sözleriyle buluştu,
Anlam yükleme bir borç verdi, gövdesinden kopan bir gül başı eflatunla çevrildi.
Birikintilere basmayan her yabancı gibi ıslanmadan geçemezdi,
Zaman geçti, zaman delindi, şair yenildi,
Tüm söylemek istediklerine varacakken, bir kelime geriledi.
İnce bir ses penceresinden girdiğinde, ruhu bedeninde değildi.
Gerisini kimse bilemedi...
Şair gittiğinde zevkleri doldurdu eksilmiş bütün bir evreni.

Kuşa Dair

Bir kase kuş yeminden ibaretti varlığımın bedeli,
Herkese verilenler bana da verilmişti,
Ellerimle tanıdım mesafede duranları,
Kalpleri gördüm, yamalıların hikayeleri doldurdu boşalan aklımı,
Ki susmuştu akıl bir noktadan sonra,
Rızası alınmamış her kayıp ruhtan bir emanet kaldı vicdanımda,
Silinmesin istedim kelamları, aslı kayıpken yazılı olanlardı savaştıklarım...
Bir dalında kehribar, bir dalında kan vardı insanın,
İnsan etine doymuştu inanılan, ancak ruhları hala içilmeye yarardı,
Topluca yontulmuşlardı bir dizi kaya parçası gibi,
Uyum hayattan değil yapıdan gelirdi,
Damarın gitmediği yollardan zerk edilmişti, çıkış yolları kilitliydi,
Sorgulamadan tüketmişlerdi bir kase elekten geçmiş yemi,
Her birinin kasesi içindeki boşluğa denk gelirdi,
Hazırsa, rahatsa, yaygınsa neden düşleri güçlendirmeli ki,
İşte o bir kap yemle kaldım bir yığın insanın içinde,
Kuşların inlemelerini dinledim karanlığa alışmış gözlerle,
Beklemeye başladım zamanından önce sevebilenleri,
Göçmeden bulmak için cümeleden saklı devrilenleri,
Biri de söylemedi bana kuşların bekleyenlere gelmediğini,
Mesele elimde olanın çekiciliği değildi,
Atılan yemin zeminde çıkardığı sesti, çıkarsız bir anlam katabilmekti,
Yolu kutsanmış değildi hayatın,
Elimde tuttuğum kaptaydı bahşettiği sezgisel bildiri...

Aklımın Talanı (eline sağlık)

Kaçış var başımın ardına saklanandan,
Aklım zayıfken gecenin bir uykusuz vakti, kalbim sıkışıyor,
Sevişen insanların nefesinden yaratılmış bir kafes,
Atla koşan bir caninin nallara biçtiği değer,
Sıvası akmayan bir duvarda kalan hatıran,
Zorlasam biraz daha sırnaşık kedileri kusturucam,
Boğazına takılmış zincirinde bir haç,
Gezinirken hayalde ayağıma batan kıymıktın,
İltahap kaptım, yamalıyım,
Atan dikişlerimden yola savrulan kuş tüyüne dalmışım,
Tamam, kafam biraz bozuk,
Suçlamadım kendimi ne de kimseyi,
Anladım tadım ekşi,
Sevişmedim, sevilmedim, delirmedim...
Kelimelerim ağrıyor, karnım acıkmıyor, susuzluk bile okyanustan,
Suskun da değilim mutsuz da,
Biber gazı atın yanıma gözümüde kırpmam,
Elalemin derdine kefilde olurum, soluksuz da okunurum...
Ama uslanmadan hala yazanım derdime,
Hala kıvranırım tersine, hala yaslanamam gölgeme...
Sokağımı örten bir perde de oynar iki tekil,
Yastığa başımı koyduğum her an, beni bulmakta olan asılı bir şekil,
Azılı cani tatsın etimi de şölenim tam olsun,
Son bir satır düşünmekle geçti gecenin kalanı,
Tıpkı her aşk devrimi gibi oda uzun ve sakıncalı,
Aman akıldan düşmiyim, sonra devriliverir bir fincan gecenin demi,
Pilim de, şişem de, mendilim de bitti,
Artık gerisini sivrisineklere vermeli,
Kelimemin ete deymeyen son kesiği, benim içimden geçip bilmediğim bir gecenin koynuna gitti...
Gülün en korkulu rüyası bitti,
"Artık kokman gerekmez" dendi...
Serzeniş bitirilmeli ki erken göçen kuşların gölgesinde çocuklar oynasın,
Bari gün de doğacağına batsın,
Ya da boş ver ya, kalsın...

Ne Ayıp!

Bakarken penceremin önündeki sokağa, "ne çok yer kaplar" derdim ayıp,
Çok elbise giyinir, çok maske takardı zamanı kıskandırıp,
Sırtı dönük herkese bir yapacağı bulunurdu,
Saklı olduğu her evde kilit üstüne kilit vurulurdu...
Kırmızı boyalı her evin içinde bir düğün, bir cenaze,
Karyola sesleriyle örülüyken gece insan ne denli sır doluydu.
Çocukken fırında pişen kekin kokusu bir sohbetle tat blurudu,
Fal bakılırdı niyetlerden; fincan içi aklın buğusu,
Kudurturdu saklı gizli ne varsa boş zamanda aklanmışları,
Her kötü ötekinin tabutuyken el kirlenmez, dil yorulurdu,
Zamanın birinde bir çocuk şahitliğine isim koydu,
Kart oyunlarına karışmadan masanın en namuslusuydu,
Burada bulunmasına diyeceği yoktu ama seyrin tesellisi ona göre yoktu.
Biri her çaldığı sakızda ellerine vurdu,
Bir diğeri her yakalandığında kefili çocuktu,
Karpuzun kara çekirdekleri ağzında tat ararken her sonlanan artık onundu,
Yıllar yılı çocuk sandığını doldurdu, saklıların apaçık delili oldu,
Her birini denedi, en daraldığında ona çok boldu,
Zaman evirdi çevirdi, çocuk oyuna soyundu,
Aklı erende birdi, son kullanımı geçende...
Sevende birdi, sezmesini bilende...
Kahvesini döktüğü gün önüne, hayattan geri kalan kocaman bir leke,
İnsan olmasına bağlanmıştı; soluksuz kaçmış bir ayıp...
Ne askısı vardı kaygının, ne esinlenmiş bir açık,
Duvara karşı aldı yolunu, kimine hakim kimine kayıp...

Sormasınlar Beni !

Çıkarılan terliğin rahatsızlık veren evresinde kaldı söyleyeceklerim,
Gene paralel bir evren kafamı kurcaladı; asla durmamalı !
Parande atarak geçti bir soytarı, soytarının şapkası dallarıma takıldı,
Çilekli pastada acı bir tat, kremanın sadeliğine inat baskın çıkmalı,
Bastırılmış duygulara kapılan hırsız, soygunun ortasında melankoliye kapılmamalı,
Romanın yollarına düşüpte gelincik şerbeti aranmamalı,
Emri veren benim, yazarken gene bir köleyim,
Bir leğen dolusu çamaşır, kuruması esnasında birbirinden uzaktır,
Kokusu kayıp yaseminler duvarlara asılır,
Asıldıkça çocuk ağacın dallarına, taşıyacağından fazla meyve yuvarlanır,
Velasıl sokak ıslanır, gecenin şamatasında ıslak ıslak sarsılır,
Korkusunda karanlık, herkesden bir şeyler barındırır,
Dolma kalem, mürekkep; soytarıya sormak gerek,
Delinin, ceketine özleminden gelir beyaz tutkusu,
Sandık lekesi belirir aklında, seni sarsan her felaketin ardından,
Saklanırsın en dar dolaba, elbise askısından bu yana,
Soran olursa kapalısın, nabzın ıssız, ismin duyulmasın,
Kafamı kaşıyasım var başımın yanlızlığında, uzanma bana,
Dokunma bana, sokulma bana, darılma bana...
En çok da sırıtma bana, yıkıntını bulaştırma, bulaşığını yıkma...
Kırbacını biniciye sallayan at görmedim hiç, kırbacıma dokunma...

Kusurluluğunda Israr Etme Serbestisi

İsmin kurumu üstüne yazdım adını, ne bacalar yanmıştı yaşamın öncesinde,
Ellerimle boyadım seni; dolaptan yatağa, sokaktan çıkmaza, denizden surlara,
Seferi oldum, soluksuz okudum seni yollarda; gözüm etraftan arındı, kör bela...
Kazan dibi tadında bir yosma ya da tarçınlı kurabiye ikramında bir köle...
Ellerim birbirine dolandı, ayakkabı bağlarım her tehlikeye açık,
Yüzüm olmadığım yöne dönük; binbir olurum, tanırsın kadim maskemi,
Aynada gördüğümde yıkıntımı, bir devrim ardına gizlenen bildiri okunur az sayıda kişiye,
Bu kez ne yazdım dersin fermana; yazmalımıydım adını karanlıktan ödünç bir sanrıyla?
Kavramadı aklım kimdir oyunun yönetmeni, sen mi, adetten mi?
Varlığı yokla bir, serbestliğinde zorlanabilir sevgili...
Hazırdın uykusuz ve bulanık gecelere, elinde bir şişe (...)
Sonunda kurguda kaldı kayıp giden gelecek,
Döndük başa, kasveti devrinde, zırhımız incelmiş, yaralarımız kaşınmış,
Kavuştuk gene gecenin en derin saatlerinde...
Bir ceza gitmek isteyene, bir ceza gitmesini isteyene...

Çürük Meyva (inadına "a")

Dağıtılmış tüm kartlar, masamda oturan biri var,
Sandalyesini çeksem düşecek sureti,
Yerle bir, terle bir, bir de bir...
Yumruğumu ağır çekim savuruyorum onurumdan ileri,
Kalkan yok, sır yok, gerisi yok...
Dağıtılmış tüm sorunlar, herkesin bir payı var,
Tabağından artakalanlarla sorunum var,
Koksaydım yıkanırdım, sussaydım sıkılırdım,
Yapmasaydım denerdim, gitmeseydim...
Ama gittim ve yoluma devrilecek bir tek ağaç yok,
Sebepsiz denilenlerdir görüntünün ardına gizlenen,
Sebeptir; anlamadıklarımızı arındırmamızda ki çaba,
Bu düzen böyle gitmeli ya, insan bir yolunu bulup sırada durmalı ya,
Kaldırımlar bu yüzden dar yapılır ya, okyanuslar bu yüzden gizemlidir ya,
Sabah simidi nedense bayattır ya, her sabah dert yanacak bir şey bulunur ya,
Bir şey demedim ben ama hani kuş pislese konuşacak konu olur ya,
İşte bunları çıkarınca hayatından geriye kalır bir çürük meyva,
Üstelik inadına meyva...


Öyle Tüttü ki Duman Anlatmam Gerek

Dumanı getirdi aklıma bir garip cigara,
Eskinin boyalı elleriyle "play"e basarken bir elim diğeriyle içtim hayatı,
Hani dut toplardık ya iki adam boyunda,
Bir ayakkabım yetmezdi ağacı sallamaya, ötekini de atardım ya,
Hani dört kafadar bir arada, gecenin karanlığında, sabahın serin sularında,
Kızarmış yanaklarla üçümüz yuvarlanırken biri katılırdı ya,
Saçma sapan nedenlerle gülebilen serserilerdik ya,
Birimizin korkusu hepimizin durağı olurdu ya,
Hani bir aradaydık ya, hani susar susar konuşurduk ya,
Hani sarılırdık ya,
Hani ağlamadan göz yaşı döker, üşenmeden nefes alırdık ya,
Özledim be dost, hani insan yaş alıyor ya,
Başı önüne her düştüğünde hatırlıyor ya,
Hani zamanımız çok tu ya, hani zaman boştu ya,
Kaç kez kudurduk boş yere, hani soğurduk ya bir kucaklaşmayla,
Özledim be dost, pervasızca konuşmayı, sabahları sızmayı,
Şişelerden böceklere yuva yapmayı, sokaktaki kedileri toplamayı,
Topladıklarımızı dağıtmayı, dağıldıkça birbirimizi bulmayı,
İznimiz olmadan duvardan atlamayı, çayımız soğumadan yakalanmayı,
Yakalandık mı kaçmamayı, kaçmadan yaşamayı,
Ertesi gün tekrar yaşamayı, uslanmamayı, sıradan kurtulmayı,
Savruk ama gururla yaşamayı...
Velasıl özledim dost; üzerime sinen dumanın bana hatırlattıklarını...

Zamansız Mevsim Salatası

Bir makas almalısın hayattan, elinde kalmalı gülümseyişinin teri,
Ekşi olsada sabah aldığın ilk tat, çayına bal katmalısın; yüzünü soğuk suyla yıkamalı,
Akşam yemişsen bol kekikli bir et parçası, ertesi gün etine karıştığını unutmamalı,
Parantez içine almalısın tüm gergin anları, ya da hiç kimseye dokunmamalı,
Yuvarlanmış her taştan bir dağın olmalı, güneşin ardına bakmalı, kimseyi zorlamamalı,
Etrafına bir bakın; sokakta çocuklar olmalı, çığlıklarından kendi sesin duyulmamalı,
Anlamasanda farkını mevsiminde salata yapmalı, taze olan duygularınla dostça paylaşılmalı,
Kim ne derse desin yaşamı inadına kucaklamalı, hatta ölümlerden şenlik yapılmalı; kutlanmalı,
İnsanın ağırlığı ruhundan gelir, fazlasını taşımamalı,
Kalem yazdığını bilir, olmayanı aramamalı,
Sevinçlerin çağrısı ıssız olur, varsın olsun; az da olsa mutlu olmalı,
Hayat süreçtir; an değil, asla ayak izlerine takılmamalı...

Tur Bindiren Türün Adam Akıllı Tek Yazgısı

Fikrime damladı ay ışıması, saklı dururken kitaplığından bir roman şahlandı,
Sanat konuşuldu, sanat yontuldu, sanat yoruldu,
Geri kalan insanların ardına düşen gölgeye gökdelen konduruldu,
Sakıncası vardı farazi konuşmanın, anlayan anladı; anlayana saz çalındı,
Kapalı zarfta verildi kaçık insanın yaftası, eline aldı, üç kez katladı,
Tavandan sarkan örümceğin ağı, ipekten gömleğin plastik baskısı,
Devrimin akılda kalıcı sloganı, barikatın ardında kalan anlamı,
Yakıcı bir zamanın akıcı konuşmasında kaybolan sırları,
En üst raftan boşluğa atmalı, aynaların tozu alınmalı, odalar boşalmalı...
Savaşan iki sevgili sevdayı hesaba katmalı, sevişerek insandan arınmalı,
Ete batan tüm dikenler acıya dair korunmalı, zaten hepsi sınıflandı,
Sonunda kimse şaşkınlığa alışamadı, her akıl aynı potada sıkıştı,
Koca bir dünya boşu boşuna yol aldı, hayat zorlandı...

Stifado*

Demine dayanamayan çay yaprakları kaybetti yaşamını,
Suyun ahenkli dönüşümü sırasında,
Her bir yağmur damlası aynı yolun farklı kollarında,
Düşmekteydi sokağa bakan pencerenin kadrajında,
Bir kedi kovalandı, tutumlu bir aşk kaçamağı sırasında,
Yemekte arpacık soğanları, sessizlikte kabak çekirdeği çıtırtısı,
Bir çok aşk çıkmazı zorlandı, hepsi kaybetti, hepsi kazandı,
Sıralanmıştı hayatlar bir dizi gündelik evrime,
Dışarısı ıslanmış içerisi aklanmıştı, evde kalındı,
Tövbekara adanmadı yaşamlar, herkes şanslı, herkes mutlu,
Dönüp duran başların ardında saçma bir bahar sarhoşluğu,
Eros'un ölümüydü aşka bunca farklı yol katan, okları eritildi, çatal oldu,
Geç başlamış bir gün böyle yaşandı mutfakta, herkes sessizliğe doydu,
Yemeğin tadına karıştı tüm silik yazılmış anlar, insan bedeninde son buldu...

*Geleneksel bir Yunan yemeği.

Adem'in Noktası

Ötekinin yakasındaydı elim sana kendimi iyi anlatırken,
Bedelini ödettim ödenmemiş kalbimden bir sızıyla,
Belkide devredildi geçmişim, şimdi bir başkasının omuzlarında,
Ağırlığımızca insanız ya, devriliveririz zaman zaman bir başkasının varlığına,
Soluğumuzdan dökülenler yük olur kalır elbet birilerinin aklında,
Silik yazan hafızamız da tozlanır zamanla, ya kullanılır yolculuklar arasında, ya kaybolur gider taşıdığıyla,
İnsana ismini Tanrı vermiş ya, hani şaşkınlıkla ilk kez yüzümüze baktığında,
Tıpkı adı verilmiş yeniler gibi bir sıfat vermiş yüküne dair,
Bedeli ödenmemiş ilk borç böylece dünyaya gelmiş,
Kadınmış, erkekmiş, hiç biri değilmiş...
Hepsi bundan işte, ödenmemiş ilk bedel bir günaha çevrilmiş,
Ademoğlu kendini ötekiyle bilmiş,
Ardında bilmediklerinden bir dağ yaratıp elmayı dişlemiş,
İsmini bilemeyen her şair gibi, aldığım sıfatlarımla yastık savaşı yaparken ben,
Noktanın bildiklerinden habersiz, kelimenin derdindeyim sizin gibi,
Yazdıklarıma anlam katmak her zaman ki gibi yarından sonra,
Sadece adem kadar yorgunum bu satırların arasında (Nokta).

Eski Adam

Geride ne kaldı ki o adamdan, eskidi adam.
Kazındı mı kuma yazılmış adı hoyrat dalgalardan,
Kanından çekilirdi aklını hiç rahat bırakmayan,
Onu'da altetti belkide tarife hiç sığmayan zaman.
Ergendi aslında, sadece ruhuna erişemezdi zaman,
Katiliyle dost olur, sevdasıyla oynardı adam,
Endamından çekinse de gölgesi, güneş hep bakardı karşıdan,
Kıskaçları vardı gülüşünün, bakanın gözünü alamaması bundan,
Tevazu bile gösterse o, eğilirdi önünde onu hiç anlamayan,
Böyle değildi yazgı, kara kapılardan örülü odalara tabi olamadı,
İnanmayı bıraktığından beri yoktu varlığına hakim olan,
Yoktu ona dair bir karar alan...
İşte böyle geldi hayat ve işte böyle geçti,
Gökten düşmedi ki üç elma verilsin sayısız anıdan dem vuranlara,
Biri sevdalıya, biri sevdası kanayana, biri de elmanın kurduna...

Elden Düşürme Kalbi

Zarfı ıslatan dilim, mektubu yazan elim kadar ürkek şimdi...
Ne anlattım ki sana? Neyi eksilttim ki zihnimden senin yokluğunda?
Arttıkça artan sevdam, dev bir okyanus dalgası gibi aşar şimdi beni,
Dipteyim sevgilim, gökyüzü mavi, suyun yüzeyinde feri,
Ne anlatsam olmadı içimde ki gibi, ne yazsam üstü çizildi,
İçeride kayıp, dışarıda tekil, senin aklında özgürüm,
Ya darbe alırsam oyunu kazanamayandan,
Ya kaçırırsam aklımı, yaşam bana kazık atarsa?
Ya suya düşen her kara canlısı gibi eninde sonunda içersem denizi...
O zaman, söyle bana, o zaman kim onarır elden düşme bir kalbi?
Kaldı ki o zaman kalp kimin derdi...

Kanımdan Arındıkça

Haritada yoksa izin, her edinimle yine atmışsa kalbin,
Yer üstünde değilse yuvan, yerinden edilmişse ilk olan,
Taslaklardan arınmış mükemmelliğinde kayıpsa ruh denilen kalpazan,
Bu afişte senin adını silik basan olduysa tüm tasan,
Bu emelde ısrarcıysan, lugatta adın hiç anılmadıysa ve okunmadıysan,
Büyük adamsındır elbet bir akılda ama bana sokulma,
Korkarım ben büyük sunaklardan...

Kazanılan Yarımlar

Bir çuvalın alabildiğiyle yetinmez aç olan,
Gereksinmeler bir tarafa, aşk bir tarafa.
Suyuna gidildiğinde çıkar insanın şeytanı,
Beden bir yana, ruh bir yana.
Savurdumu fevri bir kez yelesini, rüzgarı keser seni,
Kırılan parçalar bir yana, sen bir yana.
Bitirdimi zaman sevda ile işini,
Günler bir yana, geceler bir yana...

İzim Kalır

Kartopundan çok sıcak, bana dokunuşundan hayli soğuk şu an,
Zamanın donma derecesini aklım almazken, kalbim ne denli çocuk...
Gitme isterim, aklım silmeye yatkın,
Bilmelisin ki elimde çapam atılmaya hazır, zinciri kayıp,
Kaldırımda beklerken akıp giden zamanı,
Yolun ortasına atılmış gibi ruhum, çarptığım her dokunuşun bir kaza...
Çöplüğünden çıktı bir kez kara kedim, dört ayak düşlerimle gezinirim,
Ne mutlu ki korkarsın sen de, ne mutlu ki varsın,
Bir çıplağın son kalesi gibi ayıplarımı ayıklarsın,
Aldığım haplar olsan, seni her dakika başı yutsam,
O kadar çok olsan ve ben taşana kadar dolsam, kaybolsam,
Yaşamış en mutlu insan olsam...
Sonra dönüp sana baksam, bulurmuyum emanet izimi...

Yolumun İçine Dikenler

Sorunun bir parçasıdır virgül, anlattığını bilir eksik neyse,
Kasvetinden gelir yağlıboya bir tablonun eşsizliği,
Kalın fırça darbeleri bir kadının bedeninde...
Kasıtı varsa hayat vermenin, katili annedir bütün bir hayatın,
Delinmiş bir palto her çöpe atıldığında, hayatı delinmiş biri yağmurdan korunsa da,
Özlemi yoktur sıcak odalara, nabzı soğuk atar, gözleri donuk bakar...
Olan olmuştur şu hayatta, sonrasına bakılır,
Gelinen yerden bir geçmişe bir tersine çoğalınır,
Alınan her nefes tükendi sayılır, ardı sıra bırakılır,
Aslında zaman geride kalır, yolun yürür senin tersine,
Ardına bakan tökezler, sonra döner belki de,
Bekleyişini anlarım, ben o sokaktan hiç çıkmadım,
Kaba bir davranışın ardındayım, burada kalmalıyım,
Zahmetim kendime, kapımı çalmadan kaçar bahar,
Çıkmazlarımın eli kolu bağlı, benim elmalı jöleden bir kalbim var...
 

Sevgilerimi Kaybettim...

Tüm sevdiklerimle kavrulurken yangının ortasında,
Denizin tüm suyu içimde buhar olurken,
Sargılarımdan soyunurken ve canımın yanması biraz olsun beni durdurmazken,
Kamçımın ardında ben, vurduğum yerde gene bir ben varken,
Kanım akarken damla damla, gözüm yaşlıyken savura savura,
Hoyrat bir rüzgarın önünde tüm arzulara malup olurken ben,
Sen tuzlu suyun tadına karışmış, yüzümden akarken,
Sen etimin her yerinde gezinmiş beni terk ederken,
Sen girdabına birini daha sokmaktayken,
Sen göğe, sen suya, sen taşa dönüşürken,
Geride bir aşk daha kalır ve hayat bir kez daha zor nefes alır,
Biz büyüdük sanırız, zaman anlar bizi sanırız,
Biz başka bir aşk olur sanırız,
Biz kalırız sanırız,
Biz gene biz olur, tekrardan okunuruz,
Biz yol alır, Tanrı bizi affeder sanırız,
İçimizden geçenleri özümüz sanırız,
Toprağa girmeden hesap sorulmaz sanırız...
Tüm sevdiklerimle birlikte kavrulurken ben,
Sen bir avuç külü aşk sanırsın,
Benide aldatırsın...
Gerçeğe dönüşmüş tüm hayallerle birlikte aklımdasın,
Yanlızca, bir defterin çevrilmiş son sayfasındasın,
Ne benden öncesin ne de kimseden sonra...
Artık kalemim kırılsın...
Zamanım elimden alınsın...

Seni Severse Deniz...

Sırtına al yükünü, bavuldan savrulmuş tüm kan ve teri geride bırak,
Bırak ki sancısında ağırlaşan yaşam tek bir darbede senin olsun,
Bir atımlık kahkahan, duvarlarına kazınmış aklınla zindanında son bulsun,
Varlığıyla vardıklarına bir adım yanaşan sevdanı bu kirli ellere nasıl alırım,
Emanetinden hoşnut denizci bırakırsa ardında kokusunu, kalan aklım da çizilmez mi umarsızca,
Taşları attım batmasın kayığım,
Ellerim çapada ama yorgunluğumdan kaçınan ruhum baş edemez sensizken,
Bir şişe şarap biter gözlerimdeki göğe bakarken ben,
Derdimi yazdım satırlara, okundukça silindi hüznü, kabuk bağlandı rüyama,
Serbestsin aşk, git ve söyle ona, affetsin zamanı, affetsin denizleri, affetsin ellerimi...
Serbestken aşk bir isteğim daha var senden,
O dönsün geri... 

Kumsalda

Bir bütünün taneleriyle yaşandı özgürlük,
Yer değiştirdi kum taneleri her dönüşte,
Her bir parça giysi yayıldı kumsala,
İnsan eti arındı kabalığından,
Ruhlar birleşti, gece sustu.

Rüzgarın alıp getirdikleri denizinkilerden serindi,
Hani gün biter ve ıslak hissedersin ya,
Kumsalda adeta terlemişti.
Gözlerim gökyüzünde bir kez gezindi,
Ruhlar birleşti, gece sessizdi...

Geciktiğin her vapurdan...

Geciktiğin her vapurdan atlarım, sanırsın ki yokluğunda boğulurum...
Suyun ağırlığında bir hasretim varsa şanslıyım, zamanım dolduysa okyanusa karışırım,
O alabildiğine mavilikte genede seni ararım; katlanırım ağırlığa, sesimde çıkmaz...
Elimde olsa uçarım; hıçkırıklarım yankılanır vadide, ovada
Gök gürletirim, şimşek çaktırırım da bir damlam inmez yere,
Seni gördüğüm yerdedir bereketim, toprağı değil seni severim her damlada...
Önce kızarsın, sonra kaçarsın olmadı şemsiyeni açarsın ama anlarsın değil mi?
Bir gün beni anlarsın...
Bal peteğinden uzaklarda bir arıysam da hala öz toplarım,
Özlerim taşar, ellerimden kaçarda seninkinde kalır aklım,
Mektubumdan kalma iki satır daha benden sana...
Al elimden geçmişimi, gözümün önünde yırtıp at,
Ben aldığım tattayım; aklımın ucundayım...

Kim Bilmek İster?

Gayret etmelisin yaşamaya,
Nede olsa bilincin var; tasman hazır,
Erdem nedir dense, o sensin; ışıklar altında görünensin,
Lakin ne aydınlık verebilir ne de yansıtır tenin,
Bir araya gelmiş soylu tür çepeçevre sahiptir,
Yürüdüğün yola bile ad verilir sana dair,
Toprak nefes nefese gene de senin için sürülmelidir,
Hayvanlar kaçışır mahşer günü gibi, acısı acın değildir,
Kendini kıstırırsın ya duvardan duvara,
Her şey çevrilmeli ki bilinsin; senindir.
Kim esir? Kimin kaderi var ve kim kefil?
Bir Tanrın olmalı elbet baş harfi kocaman; saygı ardı korkundan.
Yoksa ardında bıraktığını kim temizler,
Kim önünde kucak açmış seni bekler ve kim senin için merhamet eder?
O kadar doldurdun ki aklını zekan kullanılmaz oldu.
Ama kim bana sorunumun çaresini söyler?
Elbette kabulümü örseleyen sistemler…
Gerisini kim bilmek ister?

Yap-Boz

Kanadına cümle buğusu takıldı ve düştün,
Yazdıklarımdan bir soytarı fırladı bak,
Kelebeğin aklı şehrin gerisine saplandı,
Saçlarım ıslak teninde yapışıp kaldı, iyi ki varsın,
Biri çağırır denize, merdivenlerde sevişmesine,
Ötekine el değmez, kendine gelemezsin, sersemsin,
Sabrın nefsinde boyanmış sahte isimle bir resim,
Kim bilir kaça satıldık, kimin fiyatına karar kıldık,
Kimden arttı bu para, kim karışmadı sonrasına,
Resim netleşti, çerçeve büyüdü, insan ötekine bir adım yürüdü,
Kaldırımlar aynı cins taşlarla bezendi,
İnsanlar eklendi birbirine aynı cins diye,
Bir yol ki basamazsın, bir yapı ki kıyamazsın,
Ama bastı insan bir bir kaldırımın taşlarına,
Bol yağdı yağmur sildi tüm izleri,
Unut insanın oğlu, unut bir tek bulutun bildiklerini,
Soyun, yeni güne soyunda ısıt suyunu,
Sokul ısınmış bir kabın içine, etinde su gezinsin,
Hissetme kendini; gevşe, nasılsa biri şarkıda söyler,
Ellerim sınırımdan dışarı, kontrolü elimden alınmış yazılar yazarım,
Şöyle bir uzan ve oku, dinlenirsin, uykun gelir,
Tavrın değişir, paran tükenir, ihtiyaçların azalır,
Değişirsin sende, bir yapbozun parçası olur aklını yitirirsin,
Biri gelir bozar, biri gelir yapar, öteki gelir parçaları toplar,
İnsansan en sonunda bir kabın içinde toplanırsın diğerleriyle,
Kendini bildiğini zannetme, öteki tamamlamazsa seni yansıyamazsın,
Kemiklerin şaşırtmasın, gerçeğin kendisi değilsin,
Kasana kilitle kibritlerini, sakın bitmesin,
Kazandığın tüm zaferlerle sen kesin bu eli kaybedersin,
Hayatın tam aksindesin ve sesini bir sen dinlersin,
Hükmünün bittiği yerde ezilensin unutma,
Tanrına yaslandığın kadar uçurumun eşiğindesin,
Kimse bilmesin, sakın bilmesin, kimse ipin üstündekini görmesin,
Düşenden hiç mi hiç bahsedilmesin…

Er Sureti

Kaderdi soyut, hiç bilmezdim,
Ekmeğimi böldüm, söğüdümü sevdim,
Bülbül gibi şakırdı çocuklar,
Ve ağlardım deliksiz uykumdan hemen önce,
Uzun yağmurluğumdu zırhım, kalemimdi kılıcım,
Bir kalkanlık dost aradım.
Sabrımı kutup yıldızından, yaşlarımı hiç görmediğim okyanustan aldım,
Sigaraya erken başladım, ilk ay tutulmasında bıraktım.
Uçurtma misali uçurttum ruhumu, ipin ucunda bir kaya,
Öğrenmedim değil ama öğretileni beğenmedim, ya da ezberleyemedim.
Kıvılcımları her yana saçılırken yaratmanın,
Yaratıcıyı kaçırdım, kayıp gitti ellerimden,
Oraya baktım, buraya baktım, sorumu soracak zat bulamadım.
Yalnızlığın türküsünde hafif bir tınıydım.
Kaybolmamak adına tüm duvarlarımı tırmaladım,
İzim kaldı, bir izim kaldı geriye.
Ne beden, ne ruh ki çok uzaklarda dans eder şimdi.
Ne de kaya; yıpranırken sebebi belliydi.
Törpülendi geriye kalanın öğrendikleriyle,
Kaybeden seçtiler oyunun başında,
Gözümde bir bağ, gebelikten bıkmış bir ebe,
Ve sobe, son ebe, sükunet-i darbe…
Pespembe gök ve alabildiğine okyanus,
Alamadıklarıyla saçımdan bir tutam ellerimde,
Beyazım hala yok ya da görmem yasak,
Sevdamsa er suretinde,
Beyaz çarşafta kuş tüyü izinden lekeler,
Duvarım kirli, ellerim de…

Dinamit'ten Tahtında Bir Hükümdar

Hepsini yemek zorunda olmadım çoğu zaman.
Aldatılmakla kurcalanırken aldanan ben değilim aslen.
Yüküm yükümlülüğümden, kaldıramadıklarımsa gördüklerimden ibaret.
Bir düğüm, bir bölüm daha; bir ölüm, bir çözüm daha…
Aydınlığa bir tutam inanç kalmışken elde kalan bir,
Oda ardı sıra yalandan, bir günahlık sevdadan.
Hep korkutulduğum sonlaraydı hevesim.
Hep sonları sevdim, kötü de olmadı.
Deneysel bir hayattı ve olağan bayattı.
Ben suladım her gece filiz vermiş rüyalarımı.
Her gün doğumunda bir mahsulüm vardı.
Öyle çok tuttu ki fidanlarım, kendimden öte bir bahçe yarattı.
Yolların bilmediği öyle çok yer gördüm ki,
Birine rehber olabilirim sandım, tanrım ne çok yanıldım…
Oysa yolcum tekil geçen zamanmış,
Kolları ardına sarılı, yalnızlıkla son kalanmış.
Sanırım benden yedi yıl yaşlım haklı,
Sanırım kendimleyim sadece, istedim ki artayım,
Kaldırımı tanık bir yosma olayım,
Saksımdan sıçrayayım, köklerimden arınayım.
Kendime vadeli bir sonda azınlıktayım.
Vaktini ileri atmalıyım, evimden çıkmamalıyım.
Lakin bilirim; kendini her gerçekleştiren,
Tahtını dinamitten, hükümdarlığını feodaliteden,
Halkını kendinden, mührünüyse yanan izmaritten bilirmiş…
İzmariti tahtında söndürmeye niyetli,
Yıkımı sadece ve sadece kendinden ibaretmiş…

Çarpsaydı...

Hüznü satabildiğimde tanıştım onunla,
Bir dilek üfledi bana tuşların arasından.
Biri şarkı söylemeliydi kulis ardında.
İkimizde duyduk kaçışanların sesini.
Bir ordu az gelirdi paylaşılanların kalesini zapt etmeye.
Kalenin kulesinden aşağı bırakıldı kalbim.
Bin parçada çoğalana dek havada geçirdiği zaman,
Ve o tuhaf rüzgarın esişiyle günün aydınlanması…
Hayattan alamadıklarıyla bana bir ömür gibi gelen an,
Sonunda yere çarptı diyebilmeyi çok isterdim,
Ama kalbimde, ruhumda asılı durdu, kulenin tuğlalarına inat,
Yaşamaya meyilli ve çırpınmasından ibaret olan…
Kaybedilen ne acımasız ve koşullu bir zaman…

Ekim'de Sonlandı

Ekimde sonlandı evrenin çoğalması.
Yerden bir karış, duvardan duvara on adım.
Çamurlu, çamursuz tüm takunyalarla,
Gezildi merakın içerdiği koskoca bir dünya.
Hep buraya kadar denirdi ama ona hiç öyle gelmezdi.
Durmasına neden bir başkası değildi.
Sus demişti biri ama o bile ötekiydi.
Tüm bedenden bir kaba biçimli,
Kabı şekilsizdi, nedeni hala belirsiz.
Birde gök gürlemişti perdeden kararlı, tek atımlık.
Kumrusu kaçak, penceresi macun kokan,
Tavanı isti, yolu çizik, enikonu hayattı; çok sevildi.
Bir isim vermişlerdi istenilene dair.
Bir de plastik bir tabanca, erkekçe sevsin diye…
Sevebildi mi dersiniz; güldürmeyin beni…

Işığımın Pervanesi...

Zamanın sırasıydı, yolu açık bir seyirci,
Dinlendiği kadar kızmıştı, kızdığı kadar kinci.
Kudurtan bir dille yattığı yerden günah kustu.
Dağıldı sigaradan doğan duman ve kül.
Atıldı yalnızlığın son, ağır çapası.
Sıyrıldı ruh ve öne geçti yarının sırasında.
Kandırılamayacak tek şeydi ay ışığı.
Dünya görmezken o tapandı ışığa.
Sularımda ne aradı tatlı su balığı bilinmez.
Ama haklıydı kaçmakta hayatım bir ısırımlıkken.
Son dilim kalmış pasta, mumları sonsuz kez yanmışken,
Kapının ardına meraklı bir çocuktum ben,
Işığına kanmış çevresini aydınlatırken.

Gidecek miyim ?

Sakin bir akşamın çiğ düşmemiş ilk devrimiydi,
Durabilmeme şaşkın bir kaç martı vardı, karanlığın tadı kaçtı,
Dişimin arasına sığınmış yem gibi sakındım seni herkesden,
Kanadına takılmış kırık bir tüydüm ya, koparıp atamazdın,
Zarfına yapışık pulu kim söker... koleksiyonerler...
Zamanını tütsüleyene kim dur der... köleler...
Kılıfından çıktı ruhumun hançeri,
Birini seç dedi melek, seç birini sapla,
Ağlama çocuk, ağlama...
Kanunlara savaş açmışçasına yıktım çardağı,
Tepeme yıkılanlar kadar ağırdım, kayıplarımın sesleri çoğaldı,
Karanlığıma sığındıkça kahkahalarla sarındığım kaygısızlığım yolumdaki gülleri topladı,
Cevap ver bana, cevap ver serkeş... konuşsana,
Efendin kim söyle bakalım, benden kaçma, kaldırımı kandırma, yola fırla,
Arabalara sen çarp, seç birini,
Işığı takip et, ışığa tutun, alıp götürsün gözlerini,
Her yere işedin yetmedi, üstüne çay dökülmüş çok mu?
Anason kokulu sabahlarından uyandığında nasılsa günün sonu bellidir,
Kurcalama, nasılsa biri anar adını, gidersin, gelirsin, gidersin...
Git demesen yahu... gitmesem arkadaş, yorulmadım ben be dost, susmasana?
Yordum... gittim, kaldım... zaten her yerde hepinizden biraz vardım...

Silinmiş izim bak, adımı söyle, fikrimi söyle, nasıl bilirdin beni söyle,
Hayır de, çekme de, vurma de...
Düşerim elbet, dünyanın çekimi üstümüzde,
Ama senden bir şey isticem dost, zemine deymeme izin verme...

Odamın Sesi

Lambayı yak, bir iskambil numarası seç,
Şaşırt göğe bakanı, besle yem olmamış balıkları,
Sesi kıs, sesi boğ, sesi yut…
Kandır komşunu, evi yak, perdeni kapat,
Suretini bir başkasına boya, eline bir kez keman al,
Sesi kıs, sesi yak, sesi azalt…
Nadir bulunur gümüş bir parayı dilek tutmadan havuza at,
Ardından kiliseye git ve bir mum yak,
Kibriti atma, cebinde sakla,
Sokaktan birini seç, en berbat numaranla tavla,
Yarım ekmek midyeyle sayısız arjantin iç,
Boğazını parmakla, mideni boşalt, denizi kus,
Boğaza in, bir simit al bir milyona, susamlı olsun,
Sesi kıs, sesi sus, sesi kustur…
Zamandan ayar yap, dostunun ayarını kaçır,
Gıcık bir ses tonu edin, bakkaldan on yumurta bir ekmek al,
Eve dön, pencerene geç, yumurtaları mahallene savur, kalkanın çocukluğun olsun,
Ekmeği ye, nede olsa yeterli seni beslemeye,
Sesi kıs, sesi çiğne, sesi kutsa…
Kemir karyola başını, cilası kalmasın, ağacın damarlarında zamanı ara,
Burnunu karıştır ve en sevmediğinin ceketine sür,
Raylar arasında koştur, bir sağdakine yakın bir soldakine,
Ayakkabı bağlarına düğüm at, ayağından bir daha asla çıkarma,
Bir soytarı ol korkut, bir dost ol kandır,
Bir yabancı ol adresi bul, biri ol kasıp kavur,
Sesi kıs, sesi durdur, sesi ne…
Sesi kur, sesi kaldır, sesi tut…
Sesi sus, sesim sende, sesimden sana ne…
Sesi kim, sesi kime, sesi kime ne…
Zorlama; sesi kıs…
Kıstım anne…

İçinde Boğulası Sular

Kırılgan kelebekliğinle bana her sürtünüşünde anlattığın,
Nefes alıp verirken içinden bir yangın bıraktın,
Zümrüdü Anka olsaydım küllerimden doğmazdım.
Alev kadar yakıcı aşk, duman kadar uçucu,
Küllerse geriye bakan, arda kalan gibi ağır,
Ben kelebek kanadından tatmışken rengi; zehri,
Küllere el sürmem, bırak dağılsınlar.
Etrafım tellerle dolu, bırak biraz batsınlar...
Hayattan kaçmaktansa senden kaçarım kusursuzca,
Lakin bulandıkça bulandı şimdi aklım sana, kokuna, yatağına,
İçinde boğulası sularına…

Kan Kokar

Yatağımın altından çıkmış soğukkanlı korku,
Kanı çekilmiş bir masumun zindan misali aklı,
Devrik kitaplığın altında kalmış bir üçgen,
Sahibine bağımlı, tasma çekiminden kibirli köpek,
Sabunluğundan ayrı sudan nasibini almış, kuru sabun,
Terliğe yapışık akşamın artık meyvesi,
Çevremde gezindi kanımla dolmuş karanlık sineği.
O ses gerçekti, gerçek o sesten ibaretti.
Bir kedi köpeğin dişlerinde ezildi.
Ya da kör bir şoför üstünden geçti.
Asfalt kirli şimdi, sokak kan kokar.
Sinek kan kokar, sabun kan kokar, köpek kan kokar,
Yaşam cansız, zaman kan kokar,
Lekesi geçmez, akıl temizlenmez,
Vadide yankılanır çimenlerin masum sesi,
Bunun dışında pişmanlık var,
Kadın kan kokar, töre kan kokar, adam kan kokar...

Aldır Biraz Daha

Tesir ettiğinde aklının zehri,
Kalıtımsal mı diye dertlenir süt veren.
Kısa ama mutlu anlarını çerçeveler ki bilinsin yaşadığı.
Çevirmezsen yemeğini, dibini sevmezsin, tadı kaçar.
Görmezsen aynada kendini, elin bi başkasının saçlarını yolar.
Acı nedir diye sorulmalı çoluk çocuğa!
Haritaları onlar çizmeli, hatta kıtalar da yer değiştirmeli.
Savaşa oyuncakla gidilmeli ki sıkılınca ölünmesin; ölünmesin...
Kemerler o kadar sıkı ki ne pantalon düşer ne ahlakın maskesi.
Tuğlanı al eline, fırlat sana atılmadan önce.
Keskin nesneler şöyle bir dursun, nede olsa sen kesemezsin öylece.
Bir neden olmalı, gözlerinde öfke ve kibarlığınca kefilsin kibirine.
Hey geçip giden! Sen kimsin? Ben gibisin...
Göstergem sıfıra aşina, benimde iznim var geçip gitmeye.
Kesin yolumun sorgusuz ve afilli ilk dönemecinde,
Kalbime saplanan oklardan ibaret somurtur bir bilmece.
Ama onlara kalmadan sebepsizce tükendi kendini bilmez son cümle.
Önemlisin bence, kendinden gizlisin ve kayıp insanlığın sadece...


Yalnızlık Bir Durak Olduysa

Yalnızlık bir durak olduysa hep dönüp arındığın,
Kaldırımlara yakın yürüyorsan ve gölgen güneşe inat saklanıyorsa,
Ürkek bir tavrın varsa soluk alışlarında,
Ve çekinmeden veriyorsan içinde ne kaldıysa,
Zalimden insaf dilenmiyorsan, yalvarmayı unuttuysan,
Adını silik yazıyorsa her eline geçen kalem,
şaşırmıyorsan,
Kabuğunu çok uzaklarda bilerek ve isteyerek bıraktıysan,
Ne kadar yaşarsan yaşa, önemi yok diyorsan,
Doğumunun yılda gelen tek günü seni mutsuz ediyorsa,
O gün kayıpsan insanlardan ve en çok aynadan,
Yorgunsan, suskunsan, inançsız hatta biraz da kırgınsan,
Ne biraz ötesi oluyorsa yolunun ne de gerisi,
Tam ortasındaysan hiçbir yerin, hala bilmiyorsan neden?
Yaşıyorsundur dostum, sadece ve sadece yaşıyorsundur,
Başka bir anlamı yoktur...


Değişmemeye Meyilli

Sabahın ilk umutlarıyla ıslanmıştı çimenler, kristal meşalelerdi üzerine basılmadan önce.
Geçmişti, akşamdan kalma mide bulantısı ve baş dönmesi, ağrı kesici kahvaltıdan sonraydı…
Kirli lavaboya dayanmış yarı uyanık, yarı bitkisel, güne ayıldığının bilincinden çok uzaktı bir adam…
Ayaklarından yukarıyaydı kan akışı ve beyninden geçenleri savururdu, yoğun müzikten bunalmış kafatası.
Bir şişeye bastı, sonra birine daha… Yolundan çekilmiyordu sanki şişeler bitmelerine rağmen dün gece.
İçmeye kasa kasa neden varken, kanı sek akamazdı, yalnız kalamazdı, yaşlanamazdı, algılanamazdı, ağlamazdı…
Eline baktı, avucuna yazmıştı, ne yazmıştı, kimi yazmıştı hatırından kaçtı…
Zaten hepsi bir kaçıştandı, o kadar hızlı koşardı ki geriye baktığında hala bir umudu vardı…
Bugünse kayıptı, başarmıştı, kendinden kayıp bir adamdı ve kahvaltıda ne yemekten hoşlandığını hatırlayamadı…
Vazgeçti kahvaltıdan da ağrıyı kesen ilaçtan da, acıyı çekmeliydi ruhu, kanı çekilmeliydi ki yakınlığını hissetsin toprağa…
Telefon çaldı, açtı… Sesi bir hırıltıydı ama karşı taraf alışkındı, verdi adresi…
Bir sonraki gecenin unutkanlık sofrasında ayrılmıştı yeri, geriye doğru sayması gerekliydi…
Saçları karaydı, gözlerinde itaatkar bir köpeğin bakışları; gece geldiğinde hazırdı bedeninden uzaklaşan ruhunun çığlıklarına…
Zaman, sen bizi atla, sil, boz, kır, dağıt ama gel sen bizi atla…
İçimizde değişmemeye yeminli çocuklarla koşmalıyız biz uçurumun ardına.


'Kayıp Bir Çocuk Aranıyor'... Sakın Bulmayın!

O kadar çok şey oldu ki çocuk, nereden anlatmaya başlarım bilemiyorum.
O karanlık odandan çıktığından beri öyle uzun uyudun ki çocuk, öldün sandım.
Tanrıların vardıya kendince oynadığın, kanatlarından sorumluydu hani biri; kanat takmasını bilirdin...
O tanrılar gerçekmiş çocuk, elin gerçekten kanar, kanadının tüyleri uçuşurmuş...
Ellerinde etin kalırmış, bıraktıklarında lime lime yere inermişin,
Sen kıvranırken yerde çocuk, onlar gülermiş ağız dolusu.
Birde bana dur demiştin, ben ikimize de yeterim, insanları severim, onları yenerim...
İşte onlar çocuk, onlar tanrı dediklerinmiş.
Elleri varmış almak için, döverlermiş etleri acımadıkça,
Dilleri varmış kemiksi, genede kimse tutamazmış aynaya bakmadıkça...
Sevimsizmiş çocuk, haklıymışsın,
Haykırmıştın, evet hatırlıyorum, bağırmıştın, sende ordaydın çocuk...
Gördün onları, duydun onları, korkmuştun çocuk hatırlasana...
Ağlamıştın yastığına, ıslandıkça yıkanmıştı kuş tüyü, kuşundan esirgenen özgürlükle...
Hatırladınmı çocuk ne yanmıştı canın, ne demişlerdi sana, ne söylemişlerdi,
Ne yapmışlardı çocuk konuşsana...
Anlatsana çocuk neden sustun gene, neredesin çocuk uyudun mu yine?


İstanbul, Bildim Seni...

Aslına bakarsanız kimse bilmez İstanbul'u neden sevdiğini,
Yollarının tozunu yutana açık vermez hiç bu şehir,
Bağnazlarını kollar, gerisiyle bir tutar.
Sevdaları saklar ama an gelir ihanetin en beteri oluverir,
Ne yaşayanlar kalır geride, ne yaşananlar.
Biz bir çaresiz insanlar için aslında fare kapanıdır bu şehir, ama sevilir işte, sevilir.
Ben bu şehrin dışına yasaklıyım, gittiğim de iç organlarım
Sızım sızım sızlar, aklım şehir de kalır,
Aç mı, açıkta mı, karanlık mı, yalnız mı?
Tüm pisliğini insandan alan şehir inler uzaklardan,
Ruhumun bedende deydiği yerlere bir mühürdür bağım.
Çok sonra, çok sonra anlaşılır eskimişliğindir onunla paylaştığın,
Seni iyi tanır, senden ne isterse alır.
İster sürükler seni yollarca,
İster olduğun yere yapıştırır,
Kalırsın orda yıllarca, ne sesin çıkar, ne ruhun...
Bir tek yol vardır zaten ebedi kaçışın,
Onu da kullanır İstanbul’u çözmüş akıllı insanlar,
Bilirler ki İstanbul "SON" demez,
Bilirler ki İstanbul "SON" bilmez.
Ne bileyim işte, bazen bakıyorum da genç mi genç bir oğlan var karşım da,
Selvi boylu, narin ve zayıf,
Bazen de öylesine yaşlı beton bir şehir, ölümüne yakın durmakta...
Acıyorum İstanbul sana, sen hiç aldırmasan da ben acıyorum yalnızlığına.


Git Be Aşk, Bırak Beni...

Kabına sığmayan tüm gelgitlerin şiiridir bu,
Gelen ve gidenlere yol verir satırları, uğurlar tüm yolcuları.
Kala kaldığım ve şaşkınlıkla garipsediğim zamanlarım eskidi,
Alışkanlık oldu zamansız gidenlere akıtılan gözyaşlarının adı.
Tadında kalmış gibi duygularım, asla bayatlamadı dünden kalanlar gibi.
Güç sanılası tüm varsayılanlar yalan aslın da,
Gerçeği bir yol verenler bilir, bir onlar sus dediler akla,
Ki zorların en büyüğüdür akla hükmetmek, ruh çırpınırken yaralı kanatlarıyla.
Nabzı duyulanın yazgısıdır olgunlaşmak, dalından sarkmak.
Yere kavuşmanın da günü gelir, ama bu o şiir değil...
Tıpkı göç eden kuşların sabrı gibidir öylece durmak,
Giderlerken hissedersin ne denli anlamsız zaman.
Saat ilerler ama durmuştur senin için zaman,
Ne hayatın izi vardır yüzün de, ne ruhunun çığlığı duyulur.
Ağlamazsın ve durdurmazsın onu, bacakların da titremez,
Çare aramazsın, düğümü açmazsın, kabına sığmazsın,
Yanılgınla hayatın başlar o saniye, derin bir nefes alırsın,
Ve "budur güç denilen" dersin, acizliğinin ardı sıra...

Güzel Meşenin Şiiri

Bir gün tırmanmaya karar verdim
En sarp, en tutarsız ve en ansızın
Belirsizleşen bir tepeye.
Dumansı bir tavırla sallandı meşe
Esmiyordu rüzgar ve sis de dağılmamıştı.
Anladım; selamıydı bu yılları sayılmayanın.
Durdum bir an ki uzundu, sustum,
Dinlemek için nefesini, can alış verişini.
Bitkin değildi, yorulmamıştı meşe.
Sevmekten vazgeçmemişti kesik başlı dağı,
Üzerinde süzülen martıyı, dallarında oynaşanları.
Tüylerim ürperdi yosun yeşili dallarına.
Sanki saygım rengineydi; seçimine.
Belirdiğinde güneş, herşey aynıydı.
Martı yoktu, dağ daha da büyüktü.
Yok oldu tüm sesler görüntüler,
Şimdi sade bir meşeydi sadece,
Yoktu bana bakan gözleri;
Belki de yok oluşuydu yazmamın sebebi...


Çazarez-Nemau

Çazarez'in aklıydı Nemau,
Sarmal bir kapısı, şeffaf duvar yazıları vardı.
Oldu mu bir kez gece, uyanırdı Nemau kara mı kara,
Her anından bir parça ve gözlerinden yaşı almıştı, hepsi o kadardı.
Ne işe yaradığını anlamazdı, Çazarez ona anlatmazdı nedenlerini,
Kapalı bir kutudan fırlayan bir kedi gibi oynardı onunla,
Ne camı açardı, ne de bacayı ki kaçmasın dışarı.
Görmezdi onsuz ne yapıyor Çazarez, bilmezdi karanlığının dışını,
Yalnızca onun sundukları vardı tabağında,
Çazarez korurdu aslında onu, acıma sındı onun kadar canı.
Acı vardı karanlığın ardın da, saklı kalmışlar Nemau ya göre.
Tek çözüm buydu, Çazarez tüm olanları yutmuştu,
İçin için ağlardı Nemau'ya verdiği yaşlarla ama hiç akmadı ondan yana.
Kapısı aşılmaz, camı açılmaz, yazıları okunmaz oda da saklıydı,
Tüm kapanmış gözler kadardı masumiyet ve küstü açık olanlara.
Çok önceydi ölüm, çok önceydi fırtına,
Adı anılmazlara lanet okunduysa da zamanın da,
Artık bir hastane odasın da, insansılardan çok uzakta,
Hareketin aksiyle dost, arada alınan ilaçlarla suskun,
Yatardı Çazarez, Nemau’yla aynı yatakta.
Işık girse de 40 numaralı odanın penceresinden,
Artık hayat Nemau ya sunulan kadardı.
Hiç olmadı başka bir şey,
Hiç oldu yaşanılanların adı,
Kimse bilmedi ne Çazarez'i,
Ne de içinde sıkışıp kalmış Nemau’yu.
Gün oldu, gece oldu, hep zamana meydan okudu Çazarez,
Nemau’nun namusunu korudu, artık yoktu yolun sonu.
Mutluydu...


Hüznü Bol Şiir

Bir dua ile başladı sözcükler.
Anı bölen bir tınıydı sadece.
Sevimsiz görünen ama bir o kadar
Yabancıydı zaman, sallanan adama.
Zeminsizlik hüküm sürerdi, en
Belirgin ve en sabit oydu.
Havanın sessizliğiyle ezilen ben,
Demirden bir avluda, ıslanmış ipte,
Sevimsiz gelen; kırık bir sandalyeye basamayan sen...


Bugün

Canımın yanmasından, kalbimin durmasından, aldanmaktan değil,
Sadece ezik ruhumun susmasından durgunum.
Biliyorum ne denli geçersiz tüm insanlar için sebeplerim.
Tırnaklarımı sökseler de yapardım.
Aklımı fırında pişirseler de kullanmazdım.
Adı aşktı ve en güzeldi...
En garibi de bunca eşitken diğerleriyle farklı hissettirendi.
Tanrının meyvesi sandım ve tüm yasakları bir kenara attım,
Sana ruhumu açtım tüm duvarlarımı ortadan kaldırdım.
İçeri aldım ve sımsıkı sevdim.
Elimden gelenle yetinmedim ne söz kaldı söylenmedik,
Ne de seni benim sınırımda sakladım.
Sen benimdin ya serbesttin,
Sevmekti tek bildiğim sevilmekte seninkiydi.
O kadar ki sevilmeyi beklemeden ben ne varsa bana dair senindi.
Her an içindin her gün her yıl, tüm bir ömürlük.
Ve ezip geçmek içindim ben senin için öyle değil mi?
Evet, öyleydim ben seçtim,
Buna hakkın vardı sevgilim.
Çünkü ben sevdim.
Bugün oldu bu yazdıklarımın adı.
Anlamı sadece bende saklı.
Bugün anladım senin yazdıklarımdan hiçbir şey anlamadığını,
Bugün biten sendin.
Bense hala ezilmeyi bekleyenim,
Gel de ez hala sevebildiğim,
En son ruhumun sustuğu yerdeyim.


Bir O Kalmış Mış Mış Mış...

Doyumsuz rüzgarların fısıltısı,
Dumanlı dağların arasından uyandı.
Baktı ki bir o anı yaşayan, bir o kalmış,
Gibi sabahın ilk ışıklarına uyanan,
Bir oymuş gibi dağlar aşan,
Vadileri yaratan, bulutlarla savaşan,
Yalnız olduğunu fark etti.
Susmak geldi içinden, varlığı ağır gelmişti.
Benliğine bir vedayla,
O anda doymak istedi hayata.


Bir Çift Kanadım Olsaydı...

Uçardım elbet, uçardım tabii ki.
Adım mı atsaydım yürünmez kürede,
Düşse miydim hasırdan dikenli bir sepete?

Sarmal olmuş yumak yumak insan;
Devekuşu bile gömmüşken düşüncesini,
Ben ne bekleyeyim dervişe verilmeyeni.

Elbet olsaydı uçardım, zamanımı geçerdim.
Kalmazdı ne bir metre gerim, ne bir metre ilerilerim;
Kalemimin ucu kadar uçsuz olurum, bucaksız kalırım.

Kanadım; melek kanadım, kırık bile olsaydın,
Belki sıçrardım, düşer, kalkar yine oynardım.
Kuşlarla yarışı kaybeder, yarıştım diye gururlanırdım.

Yok kanadım, uçmayı da öğrenemedim.
Salt rüzgara talip, beklemedeyim.
Zamanım beni unutur ve ben kendi içimde boğulur giderim.

Ama penceremden geçen martı şimdi nerede...
Ne bileyim.
Ben gene düşlerim, düşlerim, düşerim.


Bir Ara

Sıkça duyulmadık bir şarkının etkisindeyim.
Belki bestesi anonim, ya da
Sözleri ilkel şairlerinkinden alıntı.
Bir ezgi aslında beni alıp götüren,
Derin karartıya ve sonrada bulutların ardına.
Gün ışığı yarışırken yağmurla,
Tam düşerken ilk damla toprağa,
Bir ışıma ayıltıyor bilincimi; yıldırım.
Ve her şey, ya da hiç yok oluyor bir anda.
Aslında evimdeyim,
Radyoda bilindik bir şarkı,
Elimde sarılmış cigaram,
Ve ağzımda çayın acı tadı.


Başım Boş

Başı hiç olmamış hikaye sanılası gene belirdi gözümde.
Dün müydü yarın mı, ertelendi öylesine.
Gözümün alabildiğini bilmek yetmedi; gözüm yetmedi yüreğime.
Belki yürümedi aklım, ya da yeterli değildi,
Topal, sağır, kambur bir şekilde vardım.
Sonra birden sustu rüzgar, esmez oldu ruhum.
Tam dörtte bir asır yaşım ve ben hala yolumu bulamadım.
Bir o dosta çarptım bir bu dosta.
Ne zaman çarpacak bir duvarım kalmadı anlamadım.
Yıllandım ve belki de yıkılandım,
Zaman geçit verdi, rüzgar yön, toprak sır verdi,
Ben; ben sustum, anımsadıkça sustum, kavradıkça sustum,
Kavruldukça etim acım biter sandım.
Şiirim gene bitti, hayatım seyrinde,
Yaşamı yorumlamak her nabzı atanın elinde.
Yaşamı yormamaksa nabzı atanın elini tutmakta.
Bu da benim koyabileceğim son nokta.


Akıp Gidenlere

Yağmurdu akan suyun sebebi.
Zaman sanılası gücüyle,
Alıp götürdü her şeyi.
Sever miydim gidenleri?
Severdim elbet; görememek korkumdu.
Bilir miydim ayrılığın kapıda olduğunu?
Akıp giden yağmur sularına,
Bırakırım şimdi hüznümü.
Damla damla taşırlar şimdi yükümü.
Hayat göreceli seyredenlere,
Yaşamsa yok artık suyla akıp gidenlere.


Baktım ki Anlamadınız...

Makbul bulunandandır acım, ağrıtır iğne misali sözler,
Gaf yapma durumumdan suçluyum ve tanık bulamam haklı savım da.
Ancak bitmez ki yaşayanın çilesi, anlatmaksa derdi,
Ne yargılanmadığım bir gün bilirim, ne de sevgimi kabul ettirebilirim,
Kör ise ruh görmez, kapalıysa tüm kapıları içeri giremem.
Bir savaşçıdır bedenim, dayanır yerçekimine kemiklerim,
Dişlerimi sıkmamsa ruhuma denk gelen şiddetten.
Kaçınılmazdır kartlarınız açık oynarken görünmeniz,
Kimliğinizi her allahın kulu, ya da her tanrı bilecektir.
Cevabı veremem ki, soran aslını gizlerken,
Benim kara kulemden görünür oysa tüm gizli kapaklılar,
Biraz sarhoş olsam oynarım kişiliklerinizle.
Alay da olmaz amacım, yıkıcıdır yaptıklarınızın karşılığı.
Bir bilseniz, bir bilseniz ne acı,
Varken yerkürede, yok olmak anlam mertebesin de...
Siz bilmez misiniz ki kurban değildir her son doğan,
Ya da ilk soran, ilk bulan, geçmişte tanrı olan.
Bir elime geçse kabulümün fermanı, hepinizi seveceğim tüm kalbimle,
Lakin ne mümkün cüretim boyum kadarken onurlandırılmak.
Buralarda adı ahlak diye bir şey var, bir kap ki içi yoklukla dolu.
Oysaki gün her şeyin günü, en çok da özgürlük...
Bir gün güneş kadar parlayacağım tam gölgenizin aksine,
O gün ne utanç kalacak gözlerim de ki zaten gereksiz,
Ne de sevdamı gizleyen kara tül, apaçık belireceğim güleç yüzümle,
Hiç gitmemecesine saracağım köklerinizin çıktığı toprağı.
Şimdilik sözlerimin ardını salıyorum bedenimden dışarı,
O gün gelecek, o gün gelecek, biliyorum gelecek sevdamın zamanı...