Değişmemeye Meyilli

Sabahın ilk umutlarıyla ıslanmıştı çimenler, kristal meşalelerdi üzerine basılmadan önce.
Geçmişti, akşamdan kalma mide bulantısı ve baş dönmesi, ağrı kesici kahvaltıdan sonraydı…
Kirli lavaboya dayanmış yarı uyanık, yarı bitkisel, güne ayıldığının bilincinden çok uzaktı bir adam…
Ayaklarından yukarıyaydı kan akışı ve beyninden geçenleri savururdu, yoğun müzikten bunalmış kafatası.
Bir şişeye bastı, sonra birine daha… Yolundan çekilmiyordu sanki şişeler bitmelerine rağmen dün gece.
İçmeye kasa kasa neden varken, kanı sek akamazdı, yalnız kalamazdı, yaşlanamazdı, algılanamazdı, ağlamazdı…
Eline baktı, avucuna yazmıştı, ne yazmıştı, kimi yazmıştı hatırından kaçtı…
Zaten hepsi bir kaçıştandı, o kadar hızlı koşardı ki geriye baktığında hala bir umudu vardı…
Bugünse kayıptı, başarmıştı, kendinden kayıp bir adamdı ve kahvaltıda ne yemekten hoşlandığını hatırlayamadı…
Vazgeçti kahvaltıdan da ağrıyı kesen ilaçtan da, acıyı çekmeliydi ruhu, kanı çekilmeliydi ki yakınlığını hissetsin toprağa…
Telefon çaldı, açtı… Sesi bir hırıltıydı ama karşı taraf alışkındı, verdi adresi…
Bir sonraki gecenin unutkanlık sofrasında ayrılmıştı yeri, geriye doğru sayması gerekliydi…
Saçları karaydı, gözlerinde itaatkar bir köpeğin bakışları; gece geldiğinde hazırdı bedeninden uzaklaşan ruhunun çığlıklarına…
Zaman, sen bizi atla, sil, boz, kır, dağıt ama gel sen bizi atla…
İçimizde değişmemeye yeminli çocuklarla koşmalıyız biz uçurumun ardına.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder