Eksik Yazım

Şairin ellerinden döküldü ince bir zevk hikayesi,
Durgun bir suya bırakılsaydı kağıttan kalbi, belki gitmesi için melekler şans üflerdi,
Hilesinden daha şeffaf bir bedende hayata mecbur bir sevgili,
Koltuğundan daha da derine gömülmüş bin akrebin iğnesi etine batmaktayken,
Zehri hayattan soluyor olmak onu masumca gülümsetti.
Bir korkusu yoktu, bir koşulu ya da bir efendisi.
Nabzını sayardı kaleminin her hareketi ve kan kalpten çok onu dinlerdi.
Köpeğin ıslak kokusunu almış bir kedi gibi irkildi.
Aklına gene ölümüne yazmak geldi.
Sevimsiz bulduğu elleri, okunmasına izin vermediği sözleriyle buluştu,
Anlam yükleme bir borç verdi, gövdesinden kopan bir gül başı eflatunla çevrildi.
Birikintilere basmayan her yabancı gibi ıslanmadan geçemezdi,
Zaman geçti, zaman delindi, şair yenildi,
Tüm söylemek istediklerine varacakken, bir kelime geriledi.
İnce bir ses penceresinden girdiğinde, ruhu bedeninde değildi.
Gerisini kimse bilemedi...
Şair gittiğinde zevkleri doldurdu eksilmiş bütün bir evreni.

Kuşa Dair

Bir kase kuş yeminden ibaretti varlığımın bedeli,
Herkese verilenler bana da verilmişti,
Ellerimle tanıdım mesafede duranları,
Kalpleri gördüm, yamalıların hikayeleri doldurdu boşalan aklımı,
Ki susmuştu akıl bir noktadan sonra,
Rızası alınmamış her kayıp ruhtan bir emanet kaldı vicdanımda,
Silinmesin istedim kelamları, aslı kayıpken yazılı olanlardı savaştıklarım...
Bir dalında kehribar, bir dalında kan vardı insanın,
İnsan etine doymuştu inanılan, ancak ruhları hala içilmeye yarardı,
Topluca yontulmuşlardı bir dizi kaya parçası gibi,
Uyum hayattan değil yapıdan gelirdi,
Damarın gitmediği yollardan zerk edilmişti, çıkış yolları kilitliydi,
Sorgulamadan tüketmişlerdi bir kase elekten geçmiş yemi,
Her birinin kasesi içindeki boşluğa denk gelirdi,
Hazırsa, rahatsa, yaygınsa neden düşleri güçlendirmeli ki,
İşte o bir kap yemle kaldım bir yığın insanın içinde,
Kuşların inlemelerini dinledim karanlığa alışmış gözlerle,
Beklemeye başladım zamanından önce sevebilenleri,
Göçmeden bulmak için cümeleden saklı devrilenleri,
Biri de söylemedi bana kuşların bekleyenlere gelmediğini,
Mesele elimde olanın çekiciliği değildi,
Atılan yemin zeminde çıkardığı sesti, çıkarsız bir anlam katabilmekti,
Yolu kutsanmış değildi hayatın,
Elimde tuttuğum kaptaydı bahşettiği sezgisel bildiri...

Aklımın Talanı (eline sağlık)

Kaçış var başımın ardına saklanandan,
Aklım zayıfken gecenin bir uykusuz vakti, kalbim sıkışıyor,
Sevişen insanların nefesinden yaratılmış bir kafes,
Atla koşan bir caninin nallara biçtiği değer,
Sıvası akmayan bir duvarda kalan hatıran,
Zorlasam biraz daha sırnaşık kedileri kusturucam,
Boğazına takılmış zincirinde bir haç,
Gezinirken hayalde ayağıma batan kıymıktın,
İltahap kaptım, yamalıyım,
Atan dikişlerimden yola savrulan kuş tüyüne dalmışım,
Tamam, kafam biraz bozuk,
Suçlamadım kendimi ne de kimseyi,
Anladım tadım ekşi,
Sevişmedim, sevilmedim, delirmedim...
Kelimelerim ağrıyor, karnım acıkmıyor, susuzluk bile okyanustan,
Suskun da değilim mutsuz da,
Biber gazı atın yanıma gözümüde kırpmam,
Elalemin derdine kefilde olurum, soluksuz da okunurum...
Ama uslanmadan hala yazanım derdime,
Hala kıvranırım tersine, hala yaslanamam gölgeme...
Sokağımı örten bir perde de oynar iki tekil,
Yastığa başımı koyduğum her an, beni bulmakta olan asılı bir şekil,
Azılı cani tatsın etimi de şölenim tam olsun,
Son bir satır düşünmekle geçti gecenin kalanı,
Tıpkı her aşk devrimi gibi oda uzun ve sakıncalı,
Aman akıldan düşmiyim, sonra devriliverir bir fincan gecenin demi,
Pilim de, şişem de, mendilim de bitti,
Artık gerisini sivrisineklere vermeli,
Kelimemin ete deymeyen son kesiği, benim içimden geçip bilmediğim bir gecenin koynuna gitti...
Gülün en korkulu rüyası bitti,
"Artık kokman gerekmez" dendi...
Serzeniş bitirilmeli ki erken göçen kuşların gölgesinde çocuklar oynasın,
Bari gün de doğacağına batsın,
Ya da boş ver ya, kalsın...

Ne Ayıp!

Bakarken penceremin önündeki sokağa, "ne çok yer kaplar" derdim ayıp,
Çok elbise giyinir, çok maske takardı zamanı kıskandırıp,
Sırtı dönük herkese bir yapacağı bulunurdu,
Saklı olduğu her evde kilit üstüne kilit vurulurdu...
Kırmızı boyalı her evin içinde bir düğün, bir cenaze,
Karyola sesleriyle örülüyken gece insan ne denli sır doluydu.
Çocukken fırında pişen kekin kokusu bir sohbetle tat blurudu,
Fal bakılırdı niyetlerden; fincan içi aklın buğusu,
Kudurturdu saklı gizli ne varsa boş zamanda aklanmışları,
Her kötü ötekinin tabutuyken el kirlenmez, dil yorulurdu,
Zamanın birinde bir çocuk şahitliğine isim koydu,
Kart oyunlarına karışmadan masanın en namuslusuydu,
Burada bulunmasına diyeceği yoktu ama seyrin tesellisi ona göre yoktu.
Biri her çaldığı sakızda ellerine vurdu,
Bir diğeri her yakalandığında kefili çocuktu,
Karpuzun kara çekirdekleri ağzında tat ararken her sonlanan artık onundu,
Yıllar yılı çocuk sandığını doldurdu, saklıların apaçık delili oldu,
Her birini denedi, en daraldığında ona çok boldu,
Zaman evirdi çevirdi, çocuk oyuna soyundu,
Aklı erende birdi, son kullanımı geçende...
Sevende birdi, sezmesini bilende...
Kahvesini döktüğü gün önüne, hayattan geri kalan kocaman bir leke,
İnsan olmasına bağlanmıştı; soluksuz kaçmış bir ayıp...
Ne askısı vardı kaygının, ne esinlenmiş bir açık,
Duvara karşı aldı yolunu, kimine hakim kimine kayıp...

Sormasınlar Beni !

Çıkarılan terliğin rahatsızlık veren evresinde kaldı söyleyeceklerim,
Gene paralel bir evren kafamı kurcaladı; asla durmamalı !
Parande atarak geçti bir soytarı, soytarının şapkası dallarıma takıldı,
Çilekli pastada acı bir tat, kremanın sadeliğine inat baskın çıkmalı,
Bastırılmış duygulara kapılan hırsız, soygunun ortasında melankoliye kapılmamalı,
Romanın yollarına düşüpte gelincik şerbeti aranmamalı,
Emri veren benim, yazarken gene bir köleyim,
Bir leğen dolusu çamaşır, kuruması esnasında birbirinden uzaktır,
Kokusu kayıp yaseminler duvarlara asılır,
Asıldıkça çocuk ağacın dallarına, taşıyacağından fazla meyve yuvarlanır,
Velasıl sokak ıslanır, gecenin şamatasında ıslak ıslak sarsılır,
Korkusunda karanlık, herkesden bir şeyler barındırır,
Dolma kalem, mürekkep; soytarıya sormak gerek,
Delinin, ceketine özleminden gelir beyaz tutkusu,
Sandık lekesi belirir aklında, seni sarsan her felaketin ardından,
Saklanırsın en dar dolaba, elbise askısından bu yana,
Soran olursa kapalısın, nabzın ıssız, ismin duyulmasın,
Kafamı kaşıyasım var başımın yanlızlığında, uzanma bana,
Dokunma bana, sokulma bana, darılma bana...
En çok da sırıtma bana, yıkıntını bulaştırma, bulaşığını yıkma...
Kırbacını biniciye sallayan at görmedim hiç, kırbacıma dokunma...

Kusurluluğunda Israr Etme Serbestisi

İsmin kurumu üstüne yazdım adını, ne bacalar yanmıştı yaşamın öncesinde,
Ellerimle boyadım seni; dolaptan yatağa, sokaktan çıkmaza, denizden surlara,
Seferi oldum, soluksuz okudum seni yollarda; gözüm etraftan arındı, kör bela...
Kazan dibi tadında bir yosma ya da tarçınlı kurabiye ikramında bir köle...
Ellerim birbirine dolandı, ayakkabı bağlarım her tehlikeye açık,
Yüzüm olmadığım yöne dönük; binbir olurum, tanırsın kadim maskemi,
Aynada gördüğümde yıkıntımı, bir devrim ardına gizlenen bildiri okunur az sayıda kişiye,
Bu kez ne yazdım dersin fermana; yazmalımıydım adını karanlıktan ödünç bir sanrıyla?
Kavramadı aklım kimdir oyunun yönetmeni, sen mi, adetten mi?
Varlığı yokla bir, serbestliğinde zorlanabilir sevgili...
Hazırdın uykusuz ve bulanık gecelere, elinde bir şişe (...)
Sonunda kurguda kaldı kayıp giden gelecek,
Döndük başa, kasveti devrinde, zırhımız incelmiş, yaralarımız kaşınmış,
Kavuştuk gene gecenin en derin saatlerinde...
Bir ceza gitmek isteyene, bir ceza gitmesini isteyene...

Çürük Meyva (inadına "a")

Dağıtılmış tüm kartlar, masamda oturan biri var,
Sandalyesini çeksem düşecek sureti,
Yerle bir, terle bir, bir de bir...
Yumruğumu ağır çekim savuruyorum onurumdan ileri,
Kalkan yok, sır yok, gerisi yok...
Dağıtılmış tüm sorunlar, herkesin bir payı var,
Tabağından artakalanlarla sorunum var,
Koksaydım yıkanırdım, sussaydım sıkılırdım,
Yapmasaydım denerdim, gitmeseydim...
Ama gittim ve yoluma devrilecek bir tek ağaç yok,
Sebepsiz denilenlerdir görüntünün ardına gizlenen,
Sebeptir; anlamadıklarımızı arındırmamızda ki çaba,
Bu düzen böyle gitmeli ya, insan bir yolunu bulup sırada durmalı ya,
Kaldırımlar bu yüzden dar yapılır ya, okyanuslar bu yüzden gizemlidir ya,
Sabah simidi nedense bayattır ya, her sabah dert yanacak bir şey bulunur ya,
Bir şey demedim ben ama hani kuş pislese konuşacak konu olur ya,
İşte bunları çıkarınca hayatından geriye kalır bir çürük meyva,
Üstelik inadına meyva...


Öyle Tüttü ki Duman Anlatmam Gerek

Dumanı getirdi aklıma bir garip cigara,
Eskinin boyalı elleriyle "play"e basarken bir elim diğeriyle içtim hayatı,
Hani dut toplardık ya iki adam boyunda,
Bir ayakkabım yetmezdi ağacı sallamaya, ötekini de atardım ya,
Hani dört kafadar bir arada, gecenin karanlığında, sabahın serin sularında,
Kızarmış yanaklarla üçümüz yuvarlanırken biri katılırdı ya,
Saçma sapan nedenlerle gülebilen serserilerdik ya,
Birimizin korkusu hepimizin durağı olurdu ya,
Hani bir aradaydık ya, hani susar susar konuşurduk ya,
Hani sarılırdık ya,
Hani ağlamadan göz yaşı döker, üşenmeden nefes alırdık ya,
Özledim be dost, hani insan yaş alıyor ya,
Başı önüne her düştüğünde hatırlıyor ya,
Hani zamanımız çok tu ya, hani zaman boştu ya,
Kaç kez kudurduk boş yere, hani soğurduk ya bir kucaklaşmayla,
Özledim be dost, pervasızca konuşmayı, sabahları sızmayı,
Şişelerden böceklere yuva yapmayı, sokaktaki kedileri toplamayı,
Topladıklarımızı dağıtmayı, dağıldıkça birbirimizi bulmayı,
İznimiz olmadan duvardan atlamayı, çayımız soğumadan yakalanmayı,
Yakalandık mı kaçmamayı, kaçmadan yaşamayı,
Ertesi gün tekrar yaşamayı, uslanmamayı, sıradan kurtulmayı,
Savruk ama gururla yaşamayı...
Velasıl özledim dost; üzerime sinen dumanın bana hatırlattıklarını...

Zamansız Mevsim Salatası

Bir makas almalısın hayattan, elinde kalmalı gülümseyişinin teri,
Ekşi olsada sabah aldığın ilk tat, çayına bal katmalısın; yüzünü soğuk suyla yıkamalı,
Akşam yemişsen bol kekikli bir et parçası, ertesi gün etine karıştığını unutmamalı,
Parantez içine almalısın tüm gergin anları, ya da hiç kimseye dokunmamalı,
Yuvarlanmış her taştan bir dağın olmalı, güneşin ardına bakmalı, kimseyi zorlamamalı,
Etrafına bir bakın; sokakta çocuklar olmalı, çığlıklarından kendi sesin duyulmamalı,
Anlamasanda farkını mevsiminde salata yapmalı, taze olan duygularınla dostça paylaşılmalı,
Kim ne derse desin yaşamı inadına kucaklamalı, hatta ölümlerden şenlik yapılmalı; kutlanmalı,
İnsanın ağırlığı ruhundan gelir, fazlasını taşımamalı,
Kalem yazdığını bilir, olmayanı aramamalı,
Sevinçlerin çağrısı ıssız olur, varsın olsun; az da olsa mutlu olmalı,
Hayat süreçtir; an değil, asla ayak izlerine takılmamalı...

Tur Bindiren Türün Adam Akıllı Tek Yazgısı

Fikrime damladı ay ışıması, saklı dururken kitaplığından bir roman şahlandı,
Sanat konuşuldu, sanat yontuldu, sanat yoruldu,
Geri kalan insanların ardına düşen gölgeye gökdelen konduruldu,
Sakıncası vardı farazi konuşmanın, anlayan anladı; anlayana saz çalındı,
Kapalı zarfta verildi kaçık insanın yaftası, eline aldı, üç kez katladı,
Tavandan sarkan örümceğin ağı, ipekten gömleğin plastik baskısı,
Devrimin akılda kalıcı sloganı, barikatın ardında kalan anlamı,
Yakıcı bir zamanın akıcı konuşmasında kaybolan sırları,
En üst raftan boşluğa atmalı, aynaların tozu alınmalı, odalar boşalmalı...
Savaşan iki sevgili sevdayı hesaba katmalı, sevişerek insandan arınmalı,
Ete batan tüm dikenler acıya dair korunmalı, zaten hepsi sınıflandı,
Sonunda kimse şaşkınlığa alışamadı, her akıl aynı potada sıkıştı,
Koca bir dünya boşu boşuna yol aldı, hayat zorlandı...

Stifado*

Demine dayanamayan çay yaprakları kaybetti yaşamını,
Suyun ahenkli dönüşümü sırasında,
Her bir yağmur damlası aynı yolun farklı kollarında,
Düşmekteydi sokağa bakan pencerenin kadrajında,
Bir kedi kovalandı, tutumlu bir aşk kaçamağı sırasında,
Yemekte arpacık soğanları, sessizlikte kabak çekirdeği çıtırtısı,
Bir çok aşk çıkmazı zorlandı, hepsi kaybetti, hepsi kazandı,
Sıralanmıştı hayatlar bir dizi gündelik evrime,
Dışarısı ıslanmış içerisi aklanmıştı, evde kalındı,
Tövbekara adanmadı yaşamlar, herkes şanslı, herkes mutlu,
Dönüp duran başların ardında saçma bir bahar sarhoşluğu,
Eros'un ölümüydü aşka bunca farklı yol katan, okları eritildi, çatal oldu,
Geç başlamış bir gün böyle yaşandı mutfakta, herkes sessizliğe doydu,
Yemeğin tadına karıştı tüm silik yazılmış anlar, insan bedeninde son buldu...

*Geleneksel bir Yunan yemeği.

Adem'in Noktası

Ötekinin yakasındaydı elim sana kendimi iyi anlatırken,
Bedelini ödettim ödenmemiş kalbimden bir sızıyla,
Belkide devredildi geçmişim, şimdi bir başkasının omuzlarında,
Ağırlığımızca insanız ya, devriliveririz zaman zaman bir başkasının varlığına,
Soluğumuzdan dökülenler yük olur kalır elbet birilerinin aklında,
Silik yazan hafızamız da tozlanır zamanla, ya kullanılır yolculuklar arasında, ya kaybolur gider taşıdığıyla,
İnsana ismini Tanrı vermiş ya, hani şaşkınlıkla ilk kez yüzümüze baktığında,
Tıpkı adı verilmiş yeniler gibi bir sıfat vermiş yüküne dair,
Bedeli ödenmemiş ilk borç böylece dünyaya gelmiş,
Kadınmış, erkekmiş, hiç biri değilmiş...
Hepsi bundan işte, ödenmemiş ilk bedel bir günaha çevrilmiş,
Ademoğlu kendini ötekiyle bilmiş,
Ardında bilmediklerinden bir dağ yaratıp elmayı dişlemiş,
İsmini bilemeyen her şair gibi, aldığım sıfatlarımla yastık savaşı yaparken ben,
Noktanın bildiklerinden habersiz, kelimenin derdindeyim sizin gibi,
Yazdıklarıma anlam katmak her zaman ki gibi yarından sonra,
Sadece adem kadar yorgunum bu satırların arasında (Nokta).

Eski Adam

Geride ne kaldı ki o adamdan, eskidi adam.
Kazındı mı kuma yazılmış adı hoyrat dalgalardan,
Kanından çekilirdi aklını hiç rahat bırakmayan,
Onu'da altetti belkide tarife hiç sığmayan zaman.
Ergendi aslında, sadece ruhuna erişemezdi zaman,
Katiliyle dost olur, sevdasıyla oynardı adam,
Endamından çekinse de gölgesi, güneş hep bakardı karşıdan,
Kıskaçları vardı gülüşünün, bakanın gözünü alamaması bundan,
Tevazu bile gösterse o, eğilirdi önünde onu hiç anlamayan,
Böyle değildi yazgı, kara kapılardan örülü odalara tabi olamadı,
İnanmayı bıraktığından beri yoktu varlığına hakim olan,
Yoktu ona dair bir karar alan...
İşte böyle geldi hayat ve işte böyle geçti,
Gökten düşmedi ki üç elma verilsin sayısız anıdan dem vuranlara,
Biri sevdalıya, biri sevdası kanayana, biri de elmanın kurduna...

Elden Düşürme Kalbi

Zarfı ıslatan dilim, mektubu yazan elim kadar ürkek şimdi...
Ne anlattım ki sana? Neyi eksilttim ki zihnimden senin yokluğunda?
Arttıkça artan sevdam, dev bir okyanus dalgası gibi aşar şimdi beni,
Dipteyim sevgilim, gökyüzü mavi, suyun yüzeyinde feri,
Ne anlatsam olmadı içimde ki gibi, ne yazsam üstü çizildi,
İçeride kayıp, dışarıda tekil, senin aklında özgürüm,
Ya darbe alırsam oyunu kazanamayandan,
Ya kaçırırsam aklımı, yaşam bana kazık atarsa?
Ya suya düşen her kara canlısı gibi eninde sonunda içersem denizi...
O zaman, söyle bana, o zaman kim onarır elden düşme bir kalbi?
Kaldı ki o zaman kalp kimin derdi...

Kanımdan Arındıkça

Haritada yoksa izin, her edinimle yine atmışsa kalbin,
Yer üstünde değilse yuvan, yerinden edilmişse ilk olan,
Taslaklardan arınmış mükemmelliğinde kayıpsa ruh denilen kalpazan,
Bu afişte senin adını silik basan olduysa tüm tasan,
Bu emelde ısrarcıysan, lugatta adın hiç anılmadıysa ve okunmadıysan,
Büyük adamsındır elbet bir akılda ama bana sokulma,
Korkarım ben büyük sunaklardan...

Kazanılan Yarımlar

Bir çuvalın alabildiğiyle yetinmez aç olan,
Gereksinmeler bir tarafa, aşk bir tarafa.
Suyuna gidildiğinde çıkar insanın şeytanı,
Beden bir yana, ruh bir yana.
Savurdumu fevri bir kez yelesini, rüzgarı keser seni,
Kırılan parçalar bir yana, sen bir yana.
Bitirdimi zaman sevda ile işini,
Günler bir yana, geceler bir yana...