Ne Ayıp!

Bakarken penceremin önündeki sokağa, "ne çok yer kaplar" derdim ayıp,
Çok elbise giyinir, çok maske takardı zamanı kıskandırıp,
Sırtı dönük herkese bir yapacağı bulunurdu,
Saklı olduğu her evde kilit üstüne kilit vurulurdu...
Kırmızı boyalı her evin içinde bir düğün, bir cenaze,
Karyola sesleriyle örülüyken gece insan ne denli sır doluydu.
Çocukken fırında pişen kekin kokusu bir sohbetle tat blurudu,
Fal bakılırdı niyetlerden; fincan içi aklın buğusu,
Kudurturdu saklı gizli ne varsa boş zamanda aklanmışları,
Her kötü ötekinin tabutuyken el kirlenmez, dil yorulurdu,
Zamanın birinde bir çocuk şahitliğine isim koydu,
Kart oyunlarına karışmadan masanın en namuslusuydu,
Burada bulunmasına diyeceği yoktu ama seyrin tesellisi ona göre yoktu.
Biri her çaldığı sakızda ellerine vurdu,
Bir diğeri her yakalandığında kefili çocuktu,
Karpuzun kara çekirdekleri ağzında tat ararken her sonlanan artık onundu,
Yıllar yılı çocuk sandığını doldurdu, saklıların apaçık delili oldu,
Her birini denedi, en daraldığında ona çok boldu,
Zaman evirdi çevirdi, çocuk oyuna soyundu,
Aklı erende birdi, son kullanımı geçende...
Sevende birdi, sezmesini bilende...
Kahvesini döktüğü gün önüne, hayattan geri kalan kocaman bir leke,
İnsan olmasına bağlanmıştı; soluksuz kaçmış bir ayıp...
Ne askısı vardı kaygının, ne esinlenmiş bir açık,
Duvara karşı aldı yolunu, kimine hakim kimine kayıp...