Er Sureti

Kaderdi soyut, hiç bilmezdim,
Ekmeğimi böldüm, söğüdümü sevdim,
Bülbül gibi şakırdı çocuklar,
Ve ağlardım deliksiz uykumdan hemen önce,
Uzun yağmurluğumdu zırhım, kalemimdi kılıcım,
Bir kalkanlık dost aradım.
Sabrımı kutup yıldızından, yaşlarımı hiç görmediğim okyanustan aldım,
Sigaraya erken başladım, ilk ay tutulmasında bıraktım.
Uçurtma misali uçurttum ruhumu, ipin ucunda bir kaya,
Öğrenmedim değil ama öğretileni beğenmedim, ya da ezberleyemedim.
Kıvılcımları her yana saçılırken yaratmanın,
Yaratıcıyı kaçırdım, kayıp gitti ellerimden,
Oraya baktım, buraya baktım, sorumu soracak zat bulamadım.
Yalnızlığın türküsünde hafif bir tınıydım.
Kaybolmamak adına tüm duvarlarımı tırmaladım,
İzim kaldı, bir izim kaldı geriye.
Ne beden, ne ruh ki çok uzaklarda dans eder şimdi.
Ne de kaya; yıpranırken sebebi belliydi.
Törpülendi geriye kalanın öğrendikleriyle,
Kaybeden seçtiler oyunun başında,
Gözümde bir bağ, gebelikten bıkmış bir ebe,
Ve sobe, son ebe, sükunet-i darbe…
Pespembe gök ve alabildiğine okyanus,
Alamadıklarıyla saçımdan bir tutam ellerimde,
Beyazım hala yok ya da görmem yasak,
Sevdamsa er suretinde,
Beyaz çarşafta kuş tüyü izinden lekeler,
Duvarım kirli, ellerim de…

Dinamit'ten Tahtında Bir Hükümdar

Hepsini yemek zorunda olmadım çoğu zaman.
Aldatılmakla kurcalanırken aldanan ben değilim aslen.
Yüküm yükümlülüğümden, kaldıramadıklarımsa gördüklerimden ibaret.
Bir düğüm, bir bölüm daha; bir ölüm, bir çözüm daha…
Aydınlığa bir tutam inanç kalmışken elde kalan bir,
Oda ardı sıra yalandan, bir günahlık sevdadan.
Hep korkutulduğum sonlaraydı hevesim.
Hep sonları sevdim, kötü de olmadı.
Deneysel bir hayattı ve olağan bayattı.
Ben suladım her gece filiz vermiş rüyalarımı.
Her gün doğumunda bir mahsulüm vardı.
Öyle çok tuttu ki fidanlarım, kendimden öte bir bahçe yarattı.
Yolların bilmediği öyle çok yer gördüm ki,
Birine rehber olabilirim sandım, tanrım ne çok yanıldım…
Oysa yolcum tekil geçen zamanmış,
Kolları ardına sarılı, yalnızlıkla son kalanmış.
Sanırım benden yedi yıl yaşlım haklı,
Sanırım kendimleyim sadece, istedim ki artayım,
Kaldırımı tanık bir yosma olayım,
Saksımdan sıçrayayım, köklerimden arınayım.
Kendime vadeli bir sonda azınlıktayım.
Vaktini ileri atmalıyım, evimden çıkmamalıyım.
Lakin bilirim; kendini her gerçekleştiren,
Tahtını dinamitten, hükümdarlığını feodaliteden,
Halkını kendinden, mührünüyse yanan izmaritten bilirmiş…
İzmariti tahtında söndürmeye niyetli,
Yıkımı sadece ve sadece kendinden ibaretmiş…

Çarpsaydı...

Hüznü satabildiğimde tanıştım onunla,
Bir dilek üfledi bana tuşların arasından.
Biri şarkı söylemeliydi kulis ardında.
İkimizde duyduk kaçışanların sesini.
Bir ordu az gelirdi paylaşılanların kalesini zapt etmeye.
Kalenin kulesinden aşağı bırakıldı kalbim.
Bin parçada çoğalana dek havada geçirdiği zaman,
Ve o tuhaf rüzgarın esişiyle günün aydınlanması…
Hayattan alamadıklarıyla bana bir ömür gibi gelen an,
Sonunda yere çarptı diyebilmeyi çok isterdim,
Ama kalbimde, ruhumda asılı durdu, kulenin tuğlalarına inat,
Yaşamaya meyilli ve çırpınmasından ibaret olan…
Kaybedilen ne acımasız ve koşullu bir zaman…

Ekim'de Sonlandı

Ekimde sonlandı evrenin çoğalması.
Yerden bir karış, duvardan duvara on adım.
Çamurlu, çamursuz tüm takunyalarla,
Gezildi merakın içerdiği koskoca bir dünya.
Hep buraya kadar denirdi ama ona hiç öyle gelmezdi.
Durmasına neden bir başkası değildi.
Sus demişti biri ama o bile ötekiydi.
Tüm bedenden bir kaba biçimli,
Kabı şekilsizdi, nedeni hala belirsiz.
Birde gök gürlemişti perdeden kararlı, tek atımlık.
Kumrusu kaçak, penceresi macun kokan,
Tavanı isti, yolu çizik, enikonu hayattı; çok sevildi.
Bir isim vermişlerdi istenilene dair.
Bir de plastik bir tabanca, erkekçe sevsin diye…
Sevebildi mi dersiniz; güldürmeyin beni…

Işığımın Pervanesi...

Zamanın sırasıydı, yolu açık bir seyirci,
Dinlendiği kadar kızmıştı, kızdığı kadar kinci.
Kudurtan bir dille yattığı yerden günah kustu.
Dağıldı sigaradan doğan duman ve kül.
Atıldı yalnızlığın son, ağır çapası.
Sıyrıldı ruh ve öne geçti yarının sırasında.
Kandırılamayacak tek şeydi ay ışığı.
Dünya görmezken o tapandı ışığa.
Sularımda ne aradı tatlı su balığı bilinmez.
Ama haklıydı kaçmakta hayatım bir ısırımlıkken.
Son dilim kalmış pasta, mumları sonsuz kez yanmışken,
Kapının ardına meraklı bir çocuktum ben,
Işığına kanmış çevresini aydınlatırken.