İstanbul, Bildim Seni...

Aslına bakarsanız kimse bilmez İstanbul'u neden sevdiğini,
Yollarının tozunu yutana açık vermez hiç bu şehir,
Bağnazlarını kollar, gerisiyle bir tutar.
Sevdaları saklar ama an gelir ihanetin en beteri oluverir,
Ne yaşayanlar kalır geride, ne yaşananlar.
Biz bir çaresiz insanlar için aslında fare kapanıdır bu şehir, ama sevilir işte, sevilir.
Ben bu şehrin dışına yasaklıyım, gittiğim de iç organlarım
Sızım sızım sızlar, aklım şehir de kalır,
Aç mı, açıkta mı, karanlık mı, yalnız mı?
Tüm pisliğini insandan alan şehir inler uzaklardan,
Ruhumun bedende deydiği yerlere bir mühürdür bağım.
Çok sonra, çok sonra anlaşılır eskimişliğindir onunla paylaştığın,
Seni iyi tanır, senden ne isterse alır.
İster sürükler seni yollarca,
İster olduğun yere yapıştırır,
Kalırsın orda yıllarca, ne sesin çıkar, ne ruhun...
Bir tek yol vardır zaten ebedi kaçışın,
Onu da kullanır İstanbul’u çözmüş akıllı insanlar,
Bilirler ki İstanbul "SON" demez,
Bilirler ki İstanbul "SON" bilmez.
Ne bileyim işte, bazen bakıyorum da genç mi genç bir oğlan var karşım da,
Selvi boylu, narin ve zayıf,
Bazen de öylesine yaşlı beton bir şehir, ölümüne yakın durmakta...
Acıyorum İstanbul sana, sen hiç aldırmasan da ben acıyorum yalnızlığına.


Git Be Aşk, Bırak Beni...

Kabına sığmayan tüm gelgitlerin şiiridir bu,
Gelen ve gidenlere yol verir satırları, uğurlar tüm yolcuları.
Kala kaldığım ve şaşkınlıkla garipsediğim zamanlarım eskidi,
Alışkanlık oldu zamansız gidenlere akıtılan gözyaşlarının adı.
Tadında kalmış gibi duygularım, asla bayatlamadı dünden kalanlar gibi.
Güç sanılası tüm varsayılanlar yalan aslın da,
Gerçeği bir yol verenler bilir, bir onlar sus dediler akla,
Ki zorların en büyüğüdür akla hükmetmek, ruh çırpınırken yaralı kanatlarıyla.
Nabzı duyulanın yazgısıdır olgunlaşmak, dalından sarkmak.
Yere kavuşmanın da günü gelir, ama bu o şiir değil...
Tıpkı göç eden kuşların sabrı gibidir öylece durmak,
Giderlerken hissedersin ne denli anlamsız zaman.
Saat ilerler ama durmuştur senin için zaman,
Ne hayatın izi vardır yüzün de, ne ruhunun çığlığı duyulur.
Ağlamazsın ve durdurmazsın onu, bacakların da titremez,
Çare aramazsın, düğümü açmazsın, kabına sığmazsın,
Yanılgınla hayatın başlar o saniye, derin bir nefes alırsın,
Ve "budur güç denilen" dersin, acizliğinin ardı sıra...

Güzel Meşenin Şiiri

Bir gün tırmanmaya karar verdim
En sarp, en tutarsız ve en ansızın
Belirsizleşen bir tepeye.
Dumansı bir tavırla sallandı meşe
Esmiyordu rüzgar ve sis de dağılmamıştı.
Anladım; selamıydı bu yılları sayılmayanın.
Durdum bir an ki uzundu, sustum,
Dinlemek için nefesini, can alış verişini.
Bitkin değildi, yorulmamıştı meşe.
Sevmekten vazgeçmemişti kesik başlı dağı,
Üzerinde süzülen martıyı, dallarında oynaşanları.
Tüylerim ürperdi yosun yeşili dallarına.
Sanki saygım rengineydi; seçimine.
Belirdiğinde güneş, herşey aynıydı.
Martı yoktu, dağ daha da büyüktü.
Yok oldu tüm sesler görüntüler,
Şimdi sade bir meşeydi sadece,
Yoktu bana bakan gözleri;
Belki de yok oluşuydu yazmamın sebebi...


Çazarez-Nemau

Çazarez'in aklıydı Nemau,
Sarmal bir kapısı, şeffaf duvar yazıları vardı.
Oldu mu bir kez gece, uyanırdı Nemau kara mı kara,
Her anından bir parça ve gözlerinden yaşı almıştı, hepsi o kadardı.
Ne işe yaradığını anlamazdı, Çazarez ona anlatmazdı nedenlerini,
Kapalı bir kutudan fırlayan bir kedi gibi oynardı onunla,
Ne camı açardı, ne de bacayı ki kaçmasın dışarı.
Görmezdi onsuz ne yapıyor Çazarez, bilmezdi karanlığının dışını,
Yalnızca onun sundukları vardı tabağında,
Çazarez korurdu aslında onu, acıma sındı onun kadar canı.
Acı vardı karanlığın ardın da, saklı kalmışlar Nemau ya göre.
Tek çözüm buydu, Çazarez tüm olanları yutmuştu,
İçin için ağlardı Nemau'ya verdiği yaşlarla ama hiç akmadı ondan yana.
Kapısı aşılmaz, camı açılmaz, yazıları okunmaz oda da saklıydı,
Tüm kapanmış gözler kadardı masumiyet ve küstü açık olanlara.
Çok önceydi ölüm, çok önceydi fırtına,
Adı anılmazlara lanet okunduysa da zamanın da,
Artık bir hastane odasın da, insansılardan çok uzakta,
Hareketin aksiyle dost, arada alınan ilaçlarla suskun,
Yatardı Çazarez, Nemau’yla aynı yatakta.
Işık girse de 40 numaralı odanın penceresinden,
Artık hayat Nemau ya sunulan kadardı.
Hiç olmadı başka bir şey,
Hiç oldu yaşanılanların adı,
Kimse bilmedi ne Çazarez'i,
Ne de içinde sıkışıp kalmış Nemau’yu.
Gün oldu, gece oldu, hep zamana meydan okudu Çazarez,
Nemau’nun namusunu korudu, artık yoktu yolun sonu.
Mutluydu...


Hüznü Bol Şiir

Bir dua ile başladı sözcükler.
Anı bölen bir tınıydı sadece.
Sevimsiz görünen ama bir o kadar
Yabancıydı zaman, sallanan adama.
Zeminsizlik hüküm sürerdi, en
Belirgin ve en sabit oydu.
Havanın sessizliğiyle ezilen ben,
Demirden bir avluda, ıslanmış ipte,
Sevimsiz gelen; kırık bir sandalyeye basamayan sen...


Bugün

Canımın yanmasından, kalbimin durmasından, aldanmaktan değil,
Sadece ezik ruhumun susmasından durgunum.
Biliyorum ne denli geçersiz tüm insanlar için sebeplerim.
Tırnaklarımı sökseler de yapardım.
Aklımı fırında pişirseler de kullanmazdım.
Adı aşktı ve en güzeldi...
En garibi de bunca eşitken diğerleriyle farklı hissettirendi.
Tanrının meyvesi sandım ve tüm yasakları bir kenara attım,
Sana ruhumu açtım tüm duvarlarımı ortadan kaldırdım.
İçeri aldım ve sımsıkı sevdim.
Elimden gelenle yetinmedim ne söz kaldı söylenmedik,
Ne de seni benim sınırımda sakladım.
Sen benimdin ya serbesttin,
Sevmekti tek bildiğim sevilmekte seninkiydi.
O kadar ki sevilmeyi beklemeden ben ne varsa bana dair senindi.
Her an içindin her gün her yıl, tüm bir ömürlük.
Ve ezip geçmek içindim ben senin için öyle değil mi?
Evet, öyleydim ben seçtim,
Buna hakkın vardı sevgilim.
Çünkü ben sevdim.
Bugün oldu bu yazdıklarımın adı.
Anlamı sadece bende saklı.
Bugün anladım senin yazdıklarımdan hiçbir şey anlamadığını,
Bugün biten sendin.
Bense hala ezilmeyi bekleyenim,
Gel de ez hala sevebildiğim,
En son ruhumun sustuğu yerdeyim.


Bir O Kalmış Mış Mış Mış...

Doyumsuz rüzgarların fısıltısı,
Dumanlı dağların arasından uyandı.
Baktı ki bir o anı yaşayan, bir o kalmış,
Gibi sabahın ilk ışıklarına uyanan,
Bir oymuş gibi dağlar aşan,
Vadileri yaratan, bulutlarla savaşan,
Yalnız olduğunu fark etti.
Susmak geldi içinden, varlığı ağır gelmişti.
Benliğine bir vedayla,
O anda doymak istedi hayata.


Bir Çift Kanadım Olsaydı...

Uçardım elbet, uçardım tabii ki.
Adım mı atsaydım yürünmez kürede,
Düşse miydim hasırdan dikenli bir sepete?

Sarmal olmuş yumak yumak insan;
Devekuşu bile gömmüşken düşüncesini,
Ben ne bekleyeyim dervişe verilmeyeni.

Elbet olsaydı uçardım, zamanımı geçerdim.
Kalmazdı ne bir metre gerim, ne bir metre ilerilerim;
Kalemimin ucu kadar uçsuz olurum, bucaksız kalırım.

Kanadım; melek kanadım, kırık bile olsaydın,
Belki sıçrardım, düşer, kalkar yine oynardım.
Kuşlarla yarışı kaybeder, yarıştım diye gururlanırdım.

Yok kanadım, uçmayı da öğrenemedim.
Salt rüzgara talip, beklemedeyim.
Zamanım beni unutur ve ben kendi içimde boğulur giderim.

Ama penceremden geçen martı şimdi nerede...
Ne bileyim.
Ben gene düşlerim, düşlerim, düşerim.


Bir Ara

Sıkça duyulmadık bir şarkının etkisindeyim.
Belki bestesi anonim, ya da
Sözleri ilkel şairlerinkinden alıntı.
Bir ezgi aslında beni alıp götüren,
Derin karartıya ve sonrada bulutların ardına.
Gün ışığı yarışırken yağmurla,
Tam düşerken ilk damla toprağa,
Bir ışıma ayıltıyor bilincimi; yıldırım.
Ve her şey, ya da hiç yok oluyor bir anda.
Aslında evimdeyim,
Radyoda bilindik bir şarkı,
Elimde sarılmış cigaram,
Ve ağzımda çayın acı tadı.


Başım Boş

Başı hiç olmamış hikaye sanılası gene belirdi gözümde.
Dün müydü yarın mı, ertelendi öylesine.
Gözümün alabildiğini bilmek yetmedi; gözüm yetmedi yüreğime.
Belki yürümedi aklım, ya da yeterli değildi,
Topal, sağır, kambur bir şekilde vardım.
Sonra birden sustu rüzgar, esmez oldu ruhum.
Tam dörtte bir asır yaşım ve ben hala yolumu bulamadım.
Bir o dosta çarptım bir bu dosta.
Ne zaman çarpacak bir duvarım kalmadı anlamadım.
Yıllandım ve belki de yıkılandım,
Zaman geçit verdi, rüzgar yön, toprak sır verdi,
Ben; ben sustum, anımsadıkça sustum, kavradıkça sustum,
Kavruldukça etim acım biter sandım.
Şiirim gene bitti, hayatım seyrinde,
Yaşamı yorumlamak her nabzı atanın elinde.
Yaşamı yormamaksa nabzı atanın elini tutmakta.
Bu da benim koyabileceğim son nokta.


Akıp Gidenlere

Yağmurdu akan suyun sebebi.
Zaman sanılası gücüyle,
Alıp götürdü her şeyi.
Sever miydim gidenleri?
Severdim elbet; görememek korkumdu.
Bilir miydim ayrılığın kapıda olduğunu?
Akıp giden yağmur sularına,
Bırakırım şimdi hüznümü.
Damla damla taşırlar şimdi yükümü.
Hayat göreceli seyredenlere,
Yaşamsa yok artık suyla akıp gidenlere.


Baktım ki Anlamadınız...

Makbul bulunandandır acım, ağrıtır iğne misali sözler,
Gaf yapma durumumdan suçluyum ve tanık bulamam haklı savım da.
Ancak bitmez ki yaşayanın çilesi, anlatmaksa derdi,
Ne yargılanmadığım bir gün bilirim, ne de sevgimi kabul ettirebilirim,
Kör ise ruh görmez, kapalıysa tüm kapıları içeri giremem.
Bir savaşçıdır bedenim, dayanır yerçekimine kemiklerim,
Dişlerimi sıkmamsa ruhuma denk gelen şiddetten.
Kaçınılmazdır kartlarınız açık oynarken görünmeniz,
Kimliğinizi her allahın kulu, ya da her tanrı bilecektir.
Cevabı veremem ki, soran aslını gizlerken,
Benim kara kulemden görünür oysa tüm gizli kapaklılar,
Biraz sarhoş olsam oynarım kişiliklerinizle.
Alay da olmaz amacım, yıkıcıdır yaptıklarınızın karşılığı.
Bir bilseniz, bir bilseniz ne acı,
Varken yerkürede, yok olmak anlam mertebesin de...
Siz bilmez misiniz ki kurban değildir her son doğan,
Ya da ilk soran, ilk bulan, geçmişte tanrı olan.
Bir elime geçse kabulümün fermanı, hepinizi seveceğim tüm kalbimle,
Lakin ne mümkün cüretim boyum kadarken onurlandırılmak.
Buralarda adı ahlak diye bir şey var, bir kap ki içi yoklukla dolu.
Oysaki gün her şeyin günü, en çok da özgürlük...
Bir gün güneş kadar parlayacağım tam gölgenizin aksine,
O gün ne utanç kalacak gözlerim de ki zaten gereksiz,
Ne de sevdamı gizleyen kara tül, apaçık belireceğim güleç yüzümle,
Hiç gitmemecesine saracağım köklerinizin çıktığı toprağı.
Şimdilik sözlerimin ardını salıyorum bedenimden dışarı,
O gün gelecek, o gün gelecek, biliyorum gelecek sevdamın zamanı...